8 Aralık 2010 Çarşamba

ÖĞRENCİYE ŞİDDET NEDENSİZ DEĞİLDİR - 08.12.2010

Biz bu filmi daha önce, hem de birçok kez görmüştük.


Polis işgali altındaki üniversite yerleşkelerini, yerlerde sürüklenen, tekmelenen, ezilen, dövülen, üzerlerine biber gazı sıkılan, gözaltına alınan, tutuklanan, yargılanan, olmadık cezalara çarptırılan öğrenciler, o görüntüler yabancı değil bize.
Bilinçli uygulanan, dozu giderek arttırılan bir şiddettir bu. 1960’larda da, 1970’lerde de, sonraki yıllarda da hep böyle olmuş, hep aynı senaryo yinelenmiştir.

Amaç, düşünen kafaları daha filizlenirken, daha gençken, gelişme sürecindeyken koparıp atmaktır. Amaç, genç insanları kıstırılabilir, denetlenebilir alanlarda ve henüz korumasız durumdayken yok etmek, yok edilemiyorsa edilgenleştirmek, geleceğin dışına atmaktır.


1960’ların ikinci yarısından bu yana Türkiye’de on binlerce genç insan bu yollarla, bu yöntemlerle telef olmuş, tasfiye edilmiştir.
Geriye dönüp baktığımızda en ağır cezalara çarptırılan üniversiteli gençlerin okudukları fakültelerin en başarılı, en atak, en yaratıcı öğrencileri olduğunu görürüz. Bu, bir rastlantı değildir.

Kapitalizm, bizde yıllardır yaşanmakta olduğu gibi feodalizmden kapitalizme evrildiği dönemde/geçiş sürecinde en ilkel, en vahşi dönemini yaşar. Bu dönemde sermaye sahipleri için insan hakları da, özgürlük de, demokrasi de içi boş kavramlardır.

İlkel/vahşi kapitalist aşamada sermaye sahiplerinin ya da onların iktidardaki temsilcilerinin “demokrasi vaazları” verdikleri anlar, demokrasi bağlamında en nobran, en gaddar, en acımasız oldukları anlardır. Dolayısıyla bugün öğrencilere, parlamento dışı muhalefete karşı uygulanan AKP zulmünün anlaşılamayacak bir yanı yoktur. AKP, altyapısı kapitalist, üst yapısı feodal bir ucube düzen olan ilkel/vahşi Türkiye kapitalizminin söyleminde “demokrat”, eyleminde “faşizan” bir temsilcisidir.

Doğasına uygun davranmaktadır.

AKP iktidarı, kendisinden hesap soran herkese karşı tahammülsüzdür. Hak arayan işçilere, memurlara karşı tahammülsüzdür. Üzerlerine su sıktırır, polislere coplatır, mahkeme kapılarında sürürndürür. Muhalif basına karşı, gazetecilere karşı, yazarlara karşı tahammülsüzdür.

Gazete sahiplerine her türlü baskı yöntemini uygular, yazarları işlerinden ettirir, kovdurur; gazetecilere hakaret eder, delilsiz kanıtsız zulümhanelere kapattırır, kapatıldıkları yerde çürüsünler ister.

Çevrecilere karşı tahammülsüzdür. Doğayı, yaşam kaynaklarımızı korumak, kurtarmak için çaba gösterenleri yerlerde sürükletir, dayak attırır, hayatı dar eder.


İstediği, Türkiye’yi dikensiz gül bahçesine dönüştürmektir. İşçiler, memurlar, köylüler, aydınlar, gazeteler, gazeteciler, yazarlar, yargı, yargıçlar, savcılar, öğretmenler, askerler, işadamları, esnaf, okullar, öğretmenler, üniversiteler, bilim insanları, öğrenciler… Sanayi ve Ticaret Odaları, Esnaf Dernekleri, barolar, Türk Silahlı Kuvvetleri, kısacası ülkedeki herkes ona yandaş olsun, her kurum, her kuruluş onun yararına çalışsın ister. Önemli kurum ve kuruluşları ele geçirmek istemesinin nedeni budur.


Dolmabahçe’deki çalışma ofisinde Başbakan, “öğrencilere uygulanan şiddetin gerekçelerini” sayarken, süt dökmüş kediler gibi dilsizleşerek onu dinleyen üniversite rektörlerinin verdiği fotoğrafı gözlerinizin önüne getirin. O fotoğraf bir ibret belgesidir. Aynı zamanda da utanç…



Gün artık bizden alınanları alanlardan geri almak için harekete geçmek günüdür.

Bıçak kemiğe dayanmıştır çünkü.

Hiç yorum yok: