“Tutuklandığımda Deniz emekliyordu ve henüz dişleri çıkmaya başlamıştı.
Yağmur’un büyümesini adım adım izlemiş, yazmıştım. Deniz’i de öyle bir heyecanla bekliyordum.
Olmadı…
Mayıstaki açık görüşte ağzında altı diş saydım.
Temmuzda usul usul yürümeye başladı. Görüş salonunda birlikte 8-10 adım attık.
2010 başında iyice afacanlaşmıştı. Açık görüşte, kapalı görüşte eğer uykuda değilse ortamın belirleyicisi oluyordu.
İlk oyunlarımız kapalı görüşte cama vurmaca çeşitleri oldu.
En güzel oyunumuz Nisan 2010 açık görüşündeydi. Kollarından tuttum, ayaklarıyla vücuduma tırmanmaya başladı. Tırmandı, tırmandı, göğsüme kadar gelince belinden tuttum, takla atma hareketiyle göğsümden yüzüme doğru adımladı. Tabanlarını burnumda, alnımda hissetmek ne güzeldi.
Derken telefonu keşfetti. 2010 Mayıs ayının ilk kapalı görüşünde, camın arkasında ben, elindeki telefonda sesim… Arada cama vurdu, vurdu… Artık pencereyi de iyice anlamış, keşfetmiş olmalı ki, cam bölmenin iki yanında açıp kapama kolu aramaya başladı.
Bulamayınca sinirlendi, cama vurdukça vurdu…
Ağlamasa o kadar hüzünlü olmayacaktı. Görüp dokunamamanın acısını yüksek hissettiğim anlardan biriydi.
Burun direği sızlamasının tarifi böyle de yapılabilir.”
***
Yukarıdaki satırları Mustafa Balbay’ın yeni çıkan, okumaya başlayıp elimden bırakamadığım “Silivri Toplama Kampı – ZULÜMHANE” adlı kitabından aktardım.
Balbay 608 gündür “Zulümhane”de tutuklu. Neden, niçin, niye tutulduğunu bilmeden yatıyor. Adam mı vurmuş? Bir yere bomba mı koymuş? Silah mı kaçırmış? Teröristlere yataklık mı yapmış? Tümüne hayır! Salt iyi bir gazeteci olduğu, merak eden, araştıran, öğrendiklerini okurlarıyla paylaşan bir gazeteci olduğu için yargılanıyor. 608 gündür acı çektiriliyor.
Savcıya göre arkadaşımız bir darbeci; darbe yapıp hükümeti devirecek, devlet erkine el koyacak. Peki, bunu kimlerle yapacak? Bu sorunun yanıtını birlikte yattığı kişilere bakarak verebiliyoruz: İki gazeteci, iki bilim adamı ve üniversite rektörü, bir parti başkanı, üç de teğmen! Ya generaller, albaylar? Onlar yok, onlar dışarıda!
Özü dram olan bir komedi.
***
İstanbul Kitap Fuarı tüm coşkusuyla sürüyor. TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi dört gündür on binlerce kitapseverle dolup dolup taşıyor. Pazar akşamına kadar 400 binin üzerinde ziyaretçinin katılımı bekleniyor.
Balbay’ın yukarıda sözünü ettiğim kitabı fuarda en çok satılan kitaplardan biri; bir haftada dördüncü basımı yapılmış. Cumhuriyet Kitapları standının önünden her geçtiğimde orada olmadığını bilmeme karşın gözlerim onu arıyor. Şimdi burada olsaydı önündeki kuyruğun sonu görünmezdi, diyorum.
Balbay, binlerce okuruyla buluştuğu kitap fuarlarının yıldızlarından biriydi. “Dava”, yalnızca ailesini, yakınlarını, dostlarını değil, on binlerce okurunu da onun sevecenliğinden, sıcaklığından, gözlerinin ışıltısından yoksun bıraktı.
Ah, diyorum, Silivri yargıçları, ikisi değil, tümü ellerini vicdanlarına koysalar, vicdanlarıyla mantıkları arasında bir köprü kurup Balbay’ı serbest bıraksalar. O da çıkıp fuara gelse, hep olması gereken yerde olabilse ne güzel olur.
Hayal işte, ama kimi hayaller gün gelip gerçeğe dönüşmezler mi?
O gün niçin bu gün olmasın?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder