Anımsayalım; 1960’lı yıllardan itibaren özellikle sol kesimde, Anadolu Kürtleri tanımlanırken, “Kürt milliyeti” kavramı kullanılırdı, fakat 12 Eylül’den sonra sol’un sesinin kısılmasına koşut olarak bu kavram sosyalist sol çevreler dışında pek duyulmaz oldu.
Benim kullandığım, birçok okurumun tepkisine yol açan “ulus” tanımını da bir yana koyacak olursak Türkiye’deki Kürt varlığını, nesnel, tarihsel olgu ve süreçleri göz ardı etmeden nasıl tanımlayacağız? Doğru tanım önemlidir, çünkü birlikte yaşama koşullarının yaratılması ancak doğru tanımlanan temeller üzerinde gerçekleşebilir. Yukarıdaki başlığa dönecek olursak, “Kürt ulusu/milleti” ya da “Kürt uluslaşması/milletleşmesi” eğer yoksa o zaman çoğumuzun varlığında hemfikir olduğu Kürt milliyetçiliği nasıl var olabiliyor?
Belki ben yanılıyorumdur, Anadolu Kürtleri uluslaşmamıştır/milletleşmemiştir ya da böyle bir süreç yaşamamışlardır, yaşamamaktadırlar. Bu durumda Kürt milliyetçiliği kavramı havada kalmış olmuyor mu? Öyleyse hayatta karşılığı olmayan bir kavramı niçin kullanıyoruz? Tartışmaya değmez mi?
***
Dün tüm yurtta coşkuyla kutladığımız 30 Ağustos, 19 mayıs 1919 günü başlayıp 9 eylül 1922 günü sonlanan kurtuluş savaşı sürecinde kazanılan en büyük askeri zaferin sahibi ordumuzun bize armağan ettiği büyük bir bayramdır. Zafer Bayramını kutlarken, bu zaferin sahibi orduyu yenik, çökmüş, yorgun, yoksul ve yoksun bir ülkede hiç yoktan var etmenin yollarını döşeyen Erzurum ve Sivas kongrelerini, Müdafai Hukuk Cemiyetlerini, Heyeti Temsiliye’yi, ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni de böyle önemli günlerde anımsamak, saygıyla anmak gerekir.
En başta da ordusunu besleyen, birbiriyle kenetlenmiş farklı etnik kökenlerden halkımızı. Bu kenetlenme farklı etnik kökenlerden insanların birbirlerine olan karşılıklı güven, anlayış ve saygılarının ürünüdür. Bu, bizi 30 Ağustos Zaferi’ne götüren sivil siyasetin başlıca temellerinden biridir. Belgelere bakalım.
Erzurum Kongresi Beyannamesinden: “Trabzon vilâyeti ve Canik sancağıyla Doğu Vilâyetleri namını taşıyan Erzurum, Sivas, Diyarbekir, Elaziz, Van, Bitlis Vilâyeti ve bu saha içindeki bağımsız livalar hiçbir sebep ve bahane ile yekdiğerinden ve Osmanlı topluluğundan ayrılmak imkânı tasavvur edilemeyen bir bütündür. Mutluluk ve felâketle tam ortaklığı kabul ve geleceği hakkında aynı maksadı hedef alır. Bu sahada yasayan bütün İslâmî unsurlar, yekdiğerine karşılıklı bir fedakârlık duygusuyla dolu ve ırkî ve toplumsal durumlarına saygılı öz kardeştirler.” (7 Ağustos 1919) (Bk. Cevat Dursunoğlu, Milli Mücadele’de Erzurum, S. 168 vd)
Sivas Kongresi Beyannamesinden: “Devleti Aliye-i Osmaniye ile İtilaf Devletleri arasında aktedilen ateşkes antlaşmasının imza olunduğu 30 Ekim 1918 tarihindeki hududumuz dahilinde kalan ve her noktasında İslâm ezici çoğunluğunun oturduğu Osmanlı memleketleri kısımları yekdiğerinden ve Osmanlı topluluğundan ayrılması kabil olmayan ve hiçbir sebeple bölünmez bir bütün oluşturur. Belirtilen ülkede yaşayan bütün İslâmî unsurlar, yekdiğerine karşılıklı saygı ve fedakârlık duygularıyla dolu ve yekdiğerinin ırkî ve toplumsal hukukları ile çevre şartlarına tamamıyla saygılı öz kardeştirler.”(11 Eylül 1919) (Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin Sivas Kongresi'nce kabul edilen Beyannamesi - Tarih Vesikaları, C.1, Sayı 1, S.7)
Atatürk’ün hazırladığı 19 ocak 1920 tarihli ilk Misak-ı Milli taslağı: “… bütün İslâmî kavimler yekdiğerine karşı millî ve yerel hukuk ve karşılıklı güvence esâsı üzerine ortak vatanı müdafaa ve muhafazada birleşmişlerdir.” (Harp Tarihi Başkanlığı Atatürk Arşivi, klasör 21, fihrist: 2-1'den aktaran Atatürk Haftası Armağanı, No: 6, s.41)
Birleştirici bir anlayışı yansıtan bu belgelerden alınacak çok ders vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder