Yüzde 35’i Batı ve Güney illerine yerleşmiş, 7 milyon 136 bini 23 Doğu ve Güneydoğu illerinde yaşayan, yalnızca beş ilde nüfus çoğunluğu oluşturan, toplam sayısı 10 milyon 976 bin olarak varsayılan Kürtlerin yasal-siyasal temsilcilerinin ve kanaat önderlerinin Kürt sorununa yaklaşımları ana hatlarıyla gerçekçidir.
1 Eylül 2009 Dünya Barış Günü’nde Diyarbakır’da düzenlenen geniş katılımlı mitingde konuşan DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, demokratik açılım sürecinin aslında, “Kürt sorununun tartışıldığı bir süreç olduğunu'' söyledikten sonra sözlerini, “Yine Türkiye'de farklı bir tartışmanın yaşandığını görüyoruz. ‘Üniter devletten taviz vermeyiz’ diyorlar. ‘Türk bayrağı hepimizin bayrağıdır’ diyorlar. Bayrakla ilgili Kürtlerin bir sorunu var mı? Hayır yok. Olmayan şeyleri niye gündeme getiriyorsunuz? Biz Kürt sorununun üniter devlet yapısı içinde çözülebileceğini söylemedik mi? Söyledik,” diyerek sürdürmüştür.
DTP’li Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, Ahmet Türk ve diğer konuşmacıların yaptıkları “onurlu barış” çağrısını yinelerken, Güneydoğu’da sürdürülen askeri operasyonların durdurulması yolundaki talepleri dile getirmiştir: “Gelin tıpkı Çanakkale’de olduğu gibi Diyarbakır’da da ortak barışın ve birliğin anıtını dikelim. (Gelin adalete teslim olun) diyorlar. Hangi adalete, bunca acı ve ıstırabın temel nedeni bu adalet anlayışı değil mi? AK Parti’si de, DTP’si de, muhalefeti de daha cesur olmalı. Ateşkes tek taraflı yürümez, silahlar aynı anda susmalıdır…”
Tartışmanın amacı bir ortak paydada buluşmak, uzlaşmak, ortak çözümler üretmektir. Bu bağlamda DTP yöneticilerinin sözlerine önem verilmelidir. Örneğin, Osman Baydemir’in ileri sürdüğü “karşılıklı ateşkes” önerisini herkes benimsemeyebilir, fakat benimseyeceklerin sayısı da önemsenmeyecek ölçüde az değildir. Tartışma sürecinde taraflar birbirlerine çok aykırı gelen, birbirlerini ürküten, karamsarlığa götüren görüşler de ileri sürebilirler. Bu görüşler de soğukkanlılıkla tartışılmalıdır.
DTP milletvekilleri arasında ılımlılığı ile öne çıkan hukukçu bir Kürt aydını olan Aysel Tuğluk’un aşağıya bir bölümünü aldığım açıklamasında altlarını çizdiğim iki cümle ise düşündürücüdür:
“Tek devlet, tek bayrak bunlarla bir sorun yok. Ama içindeki halkların barıştırılması gerekir ve haklarının güven altına alınması gerekir. Eğer bu süreç de tıkanırsa o zaman başka seçenekler de tartışılır. Kürtler de ayrılığı tartışmaya başlayabilir. Bunu bir öngörü olarak söylüyorum. Resmi dilin Türkçe olmasında da hiçbir problem yoktur. Ancak katı bir ulus devlet anlayışında diretmek çılgınlıktır, hele hele bunu Mezopotamya gibi çok kültürlü ve çok kimlikli bir bölgede yapmak intihardır.”
Tek devlet, tek ulus gibi Türkçenin resmi dil olmasında da bir sorun olmadığının dile getirildiği bir açıklamada bu cümleler ne anlama gelmektedir? Bir “öngörü” de olsa bu tür sivri söylemlerin tartışma sürecine olumlu bir katkısı olabilir mi?
Ancak küs olanlar, kavgalılar barışır; Türk ve Kürt halkları kavgalı mıdırlar ki barışsınlar? Yersiz bir söylemdir; ikinci cümle de öyle. Bu ayrıca tartışma sürecinin gelişmesine tümüyle ters düşen niteliktedir. “Ayrılarak kendi devletini kurmak” düşüncesi özellikle Kürt aydınları arasında yeni bir şey değildir. Örneğin Avukat Faik Bucak liderliğindeki Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi 1965 yılında bu amaca yönelik olarak kurulmuştu. O dönemde neredeyse tüm Kürt örgütleri aynı amacı paylaşıyorlardı. “Ulusların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesi” düşüncesi Kürt aydınlarının büyük çoğunluğunu sarmalamıştı. Ayrılmak, bağımsız bir Kürt Devleti kurmak PKK’nın da uzun bir dönem hedefleri arasında yer aldı. Ne var ki hayat Türkiye’nin tarihsel, nesnel ve jeo-stratejik koşullarında bunun olanaksız olduğunu gösterdi. Birçok Kürt aydını düşüncesini gözden geçirdi, yoksa bugün sürdürülen tartışmalar kendine bir zemin bulamazdı.
Bu coğrafyanın gerçekleri Türklere ve Kürtlere birlikte yaşamayı dayatıyor. Yaşanan ve yaşanacak olan ortak hayat eşitlikçi, dayanışmacı, özgür, güzel, mutlu ve verimli olmalı. Tartışmalar ancak bu amaca yöneldiğinde bir anlam taşıyacaktır.
Daha dün denecek kadar yakın bir zamana kadar “Kürt” sözcüğünün bile korkuyla dile getirildiği anımsanırsa bugünün önemi çok daha iyi anlaşılır. Kısacası tartışmaya devam, ama hırsın, öfkenin aklın önüne geçmesine izin vermeden.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder