İsveçliler kraliçelerini çok seviyorlar. Onların gözünde Kraliçe Sylvia gerçeğe dönüşmüş bir aşk masalının kahramanı. Alman bir babayla Brezilya doğumlu, İspanyol asıllı bir annenin kızı. İlk çocukluk yıllarını Sao Paulo’da geçirdikten sonra liseyi Almanya’da okumuş, Münih Üniversitesi’nin Dil ve Çeviri Enstitüsü’nü bitirmiş. Yıl 1972, Münih Olimpiyatlarında hostes-çevirmen olarak görevli. Hizmet verdiği kişiler protokol konukları. Aralarında İsveç prensi veliaht Gustav da var; karşılaşır karşılaşmaz birbirlerine âşık oluyorlar. Aşkları büyük fakat evlenmelerinin önündeki engel de büyük, çünkü İsveç yasalarına göre prens soylu olmayan bir kızla evlenirse tahttan feragat etmek zorunda. Kral içinse bu yasa geçerli değil. Bekliyorlar. Prens bir yıl sonra Carl XVI. Gustav adıyla tahta çıkıyor. Fakat hemen evlenmeleri yakışık almayacak; yine bekliyorlar. Düğünleri ancak 19 haziran 1976 günü gerçekleşiyor. İlk çocukları 1977, üçüncü ve son çocukları ise 1982 yılında doğuyor.
Kraliçe Sylvia Almanca ve İsveççenin yanı sıra İngilizce, Fransızca, Danca, Portekizce ve İspanyolca konuşuyor. Aktif bir kadın, 62 sivil toplum kuruluşunun koruyucusu, Hasta çocuklara yönelik olarak kurduğu bir de vakfı var. Sosyal faaliyetleri nedeniyle verilen ulusal ve uluslararası birçok ödülün sahibi. Halkın içinden gelen, sıcak kanlı, çalışkan bir kraliçe, sevilmesi çok doğal.
İsveçlilerin aklına, “Yahu, bizim kral kendine soyu karışık bir eş seçti, ondan sonra tahta damarlarında İsveç-Alman-İspanyol kanı dolaşacak biri geçecek!” türünden sapkın düşünceler gelmemiş. İnsanı kökenine, soyuna, kanına bakmadan salt insan olduğu için sevmek güzel bir duygu.
***
Göteborg’da dikkatimizi çeken bir görüntü de sokaklardaki bebek arabası bolluğu oldu. İçlerinde birbirinden şirin bebekler, arabaları iten, yeni anne baba olmanın sevinci yüzlerine vurmuş genç insanlar. Onları gördükçe, “Acaba burada devlet yeni evlilere yönelik bir ‘çok çocuk’ kampanyası mı başlatmış?” sorusu aklınıza takılıyor.
Öte yandan sağlık ve eğitimin ücretsiz olduğunu, annelere 1 yıl, babalara 4 ay ücretli doğum izni verildiğini, işsizlik durumunda ödenen işsizlik parasının oldukça yüksek olduğunu bildiğinizde insanlar niçin çocuk sahibi olmasınlar, diye düşünüyorsunuz.
İsveç’in 9 milyon 270 olan nüfusunun yüzde 6.7’sini yabancılar oluşturuyor. Bunlardan yaklaşık 100 bini Finli, geri kalan yaklaşık 520 bini ise Türkiye, Bosna-hersek, Sırbistan, Hırvatistan, Irak, Somali, İran, gibi ülkelerden gelen göçmenler. Türkiye ve Suriye’den göçmüş Süryanilerin sayısı ise 80 binin üzerinde.
Ülkedeki yabancı sayısının artması doğal olarak sokaklarda rastladığımız bebek arabalarına da yansımış. Karışık eşlerin bebekleri bir başka şirin, bir başka güzel oluyor. Bunlar yarının kimisinin saçları kıvırcık, kimisinin teni koyu, kimisinin saçları siyah İsveçlileri.
Soyları tükendikçe ırkçıların sergiledikleri kudurukluklar bir yana, farklı ırkların, farklı kültürlerin harmanlanması toplumları yeknesaklıklardan kurtarıyor. İnsanlar karıştıkça toplumlar da, dünya da renklenip güzelleşiyor.
***
İsveç’e ve İsveçlilere bakışımın pek objektif olmadığını itiraf etmeliyim. Babam Ferit Kavukçuoğlu 1934 yılında İstanbul’da Yüksek Denizcilik Okulu’nu üstün derece ile bitirince öğrenim ve staj için devlet tarafından Göteborg’a gönderilmiş. Bize İsveç’ten övgüyle söz ederdi. İyi arkadaşlar edinmişti. Sven ve Björn amcaların yolları İstanbul’a düştüğünde onları Cihangir’deki evimizde ağırlardık. Gelirken bize çikolata ve kıtır İsveç ekmeği getirirlerdi. Onlarınsa en rağbet ettikleri yiyecek –nedenini bir türlü anlayamamışımdır- patlıcan turşusu idi. Babam Çemberlitaş’taki o ünlü turşucuya gider iki teneke patlıcan turşusu alır, turşu deniz yoluyla Göteborg’a varana kadar sağlam kalsın diye tenekelerin ağzı lehimletilirdi.
***
İsveç’e ve İsveçlilere bakışımın pek objektif olmadığını itiraf etmeliyim. Babam Ferit Kavukçuoğlu 1934 yılında İstanbul’da Yüksek Denizcilik Okulu’nu üstün derece ile bitirince öğrenim ve staj için devlet tarafından Göteborg’a gönderilmiş. Bize İsveç’ten övgüyle söz ederdi. İyi arkadaşlar edinmişti. Sven ve Björn amcaların yolları İstanbul’a düştüğünde onları Cihangir’deki evimizde ağırlardık. Gelirken bize çikolata ve kıtır İsveç ekmeği getirirlerdi. Onlarınsa en rağbet ettikleri yiyecek –nedenini bir türlü anlayamamışımdır- patlıcan turşusu idi. Babam Çemberlitaş’taki o ünlü turşucuya gider iki teneke patlıcan turşusu alır, turşu deniz yoluyla Göteborg’a varana kadar sağlam kalsın diye tenekelerin ağzı lehimletilirdi.
İsveç’in, yaygın alkolizm gibi güllük gülistan olmayan yanları bir başka yazıya kalsın.
Bugün İstanbul’a dönüyorum. Üç günü geçince İstanbul özletiyor kendini. Bu akşam kalabalık bir meyhane sokağında hep yaşamak istediğim kentimle özlem gidereceğim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder