Bu konuya Ordu Valisinin aldığı “pisuar söktürme” kararına ilişkin başlayan tartışmalar üzerinden gelmiştik. Geçen yazımızda kaldığımız yerden sürdürelim: Çoğunluk iktidarları dönemlerinde “devletin valisi” kavramı, “hükümetin valisi” ya da “iktidarın valisi” kavramıyla özdeşleşmiştir.
Evrensel demokrasinin eriştiği noktada Türkiye’de görülen biçimiyle valilik çağdışı kalmış bir kurumdur; “atanmış”ın “seçilmiş”in önüne geçmesini öngören bir uygulamanın demokrasiyle bağdaşır bir yanı yoktur.
Bu görüşler, “valilik kurumu kalksın” biçiminde anlaşılmamalıdır; özellikle Türkiye gibi üniter yapıdaki devletlerde merkezin illerdeki görevlerinin eşgüdümünü yürütecek işlevsel bir birime gereksinim vardır.
***
Bu birimler örneğin, Fransa’da “préfecture”, İtalya’da “prefettura” olarak anılmaktadır, fakat hiçbir ülkede il protokolündeki yerleri belediye başkanının önünde değildir.
Bu birimler örneğin, Fransa’da “préfecture”, İtalya’da “prefettura” olarak anılmaktadır, fakat hiçbir ülkede il protokolündeki yerleri belediye başkanının önünde değildir.
Yunanistan’da da “valilik” vardır, fakat atanarak değil, seçilerek bu makama gelen vali bizdeki gibi geniş yetkilerle donatılmış değildir; sembolik bir anlam taşımaktadır. Belki anımsayanlar çıkacaktır, 2006 yerel seçimlerinde Başbakan Kostas Karamanlis Atina Bölge Valiliği için 25 aralık 1995 günü Kardak kayalığına Yunan bayrağı dikerek iki ülkeyi savaşın eşiğine getiren Antena Televizyonu habercisi Argiris Dinopulos’u aday göstermişti. Durum Yunanistan’da alay konusu olmuş, Ta Nea gazetesi yazarlarından Yorgos Papahristu, “Kardak’ın Bölge Valisi” başlıklı yazısında, “Dinopulos seçilirse Atina’yı bayraklarla donatacak” diyerek okurlarını alaylı bir dille uyarmıştı.
***
Vali, Osmanlı’dan bu yana bizde devletin bölgeye uzanan eli olarak anlaşılmıştır. Temel görevi, atandığı bölgede devleti temsil etmek, toplumu devlet adına zapt-ı rapt altında tutmak, yanı sıra da devlet işlerini yürütmektir. Bu haliyle bir “otoriter devlet” kurumudur. Saltanatın yıkılmasından sonra Cumhuriyet’in tek parti yönetimi tarafından özü korunarak devralınmış, parlamenter demokratik dönemde çoğunluk iktidarları tarafından tepe tepe kullanılmıştır.
***
Vali, Osmanlı’dan bu yana bizde devletin bölgeye uzanan eli olarak anlaşılmıştır. Temel görevi, atandığı bölgede devleti temsil etmek, toplumu devlet adına zapt-ı rapt altında tutmak, yanı sıra da devlet işlerini yürütmektir. Bu haliyle bir “otoriter devlet” kurumudur. Saltanatın yıkılmasından sonra Cumhuriyet’in tek parti yönetimi tarafından özü korunarak devralınmış, parlamenter demokratik dönemde çoğunluk iktidarları tarafından tepe tepe kullanılmıştır.
Cumhuriyet Halk Partisi tek parti yönetiminin ünlü Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın “Komünizm gelecekse onu da biz getiririz!” sözü vali-devlet özdeşleşmesinin somut örneklerinden biridir.
1949-1957 yılları arasında İstanbul valisi olan Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay’ın, “Halk plajlara akın etti, vatandaş denize giremiyor!” sözleri de bir çoğunluk iktidarı valisinin halka yukarıdan bakışının…
AKP iktidarı döneminde ise valiler kış aylarında Başbakan’ın çağrısına uyup -tersi ne mümkün?- kamyonların muavin koltuğuna geçerek, sokak sokak, kapı kapı kömür dağıtıyorlar.
***
İlk demokratik yerel yönetim seçimlerinden başlayarak valilik kurumu giderek toplumun gözünde ciddiyetini yitiriyor, işlevsizliği ortaya çıkıyor. Kimi illerin valileri söz ve davranışlarıyla temsil ettikleri kurumu gülünç duruma düşürürlerken, kimileri de halk tarafından seçilmiş karşıt partilerden belediye başkanlarının önünde engel oluşturuyorlar. Büyük kentlerde siyasal iktidarla özdeşleşmiş valilerin “en saygın kişi” olma tutkuları uygulamalarına da yansıyor. Kimileri, görmedikleri saygıyı halka zorla göstertmek için en olmadık yöntemlere başvurmaktan çekinmiyorlar.
***
İlk demokratik yerel yönetim seçimlerinden başlayarak valilik kurumu giderek toplumun gözünde ciddiyetini yitiriyor, işlevsizliği ortaya çıkıyor. Kimi illerin valileri söz ve davranışlarıyla temsil ettikleri kurumu gülünç duruma düşürürlerken, kimileri de halk tarafından seçilmiş karşıt partilerden belediye başkanlarının önünde engel oluşturuyorlar. Büyük kentlerde siyasal iktidarla özdeşleşmiş valilerin “en saygın kişi” olma tutkuları uygulamalarına da yansıyor. Kimileri, görmedikleri saygıyı halka zorla göstertmek için en olmadık yöntemlere başvurmaktan çekinmiyorlar.
İşçilerin, öğrencilerin, öğretmenlerin, memurların her sokağa çıkışlarında kafalarına inen çevik kuvvet coplarının, bellerine inen tekmelerin bir nedeni olmalı, öyle değil mi?
Demokrasi, bugünkü biçimiyle valilik kurumunun sorgulanmasını zorunlu kılmaktadır. Cağ dışı kalmış kurumlar çağdaş bir devlete yakışmamaktadır.
Tartışılmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder