Dünden beri Çeşme-Paşalimanı’nda Akmen’lerin evindeyim. Üstün de Şaylan da çok eski arkadaşlarım, hele Üstün’le dostluğum çocukluk yıllarımıza uzanıyor. Böyle dost evleri zaman zaman sığınılacak limanlar. Aklım sıra İstanbul’un hay huylu hayatından, siyasetten, ağır konulardan bir süreliğine uzaklaşıp sığındığım bu limanda birkaç dingin gün geçirecektim.
Karşımda yaşlı bir çam ağacıyla yanında çiçekleri pembe, oldukça iri bir zakkum var. Aralarından deniz ve denize uzanmış bir dil görünüyor, ardında da bir tepe. Usta bir doğa ressamının elinden çıkmış bir tabloyu andıran bu görüntüye bakarak insan kim bilir ne güzel aşk öyküleri yazabilir. Benimse aklıma bile gelmiyor, nasıl gelsin ki? Biraz önce gazeteler geldi, göz attım, hep iç karartıcı, mide bulandırıcı konular.
***
AKP, TBMM başkan adayını belirlemiş: Mehmet Ali Şahin. Hayırlı olsun, bundan böyle TBMM Başkanı’nın da eşi türbanlı olacak, böylece devlet zirvesinin fotoğrafındaki görsel uyum nihayet sağlanmış olacak.
Bir kez daha görülüyor ki AKP iktidarının ülkenin önemli konularında karşıtlarıyla bir araya gelerek, onlarla görüşerek ulusal mutabakata dayanak oluşturacak uzlaşma zeminleri yaratmak gibi bir kaygısı yok. AKP, başından beri izlediği “dediğim dedik, çaldığım düdük” tavrını terk etmiyor, terk etmeyecek. Bu tavrının muhalefeti kışkırttığının farkında, kışkırttığı muhalefetin hırçınlaşmasının kendisine oy kazandıracağını düşünüyor.
***
AKP, liderinin davranışlarından etkileniyor, partinin dünyaya en açık üyeleri bile giderek Başbakan’ın uzlaşmaz, hoşgörüsüz, nobran tavırlarını benimsiyorlar. Türkiye’de hemen her konuda duyumsanan gerilimli hava nedensiz değil.
Üç genç, Başbakan’ın arabası geçerken “metalci” işareti yapıyorlar elleriyle; derhal polis geliyor, çocuklar gözaltına alınıyorlar, dertlerini anlatıp da serbest kalana kadar akla karayı seçiyorlar.
Altı genç, bir dönercide döner yiyen Başbakan’a, “Biz açız, üniversite harçlarımızı ödeyemiyoruz, sizse burada döner yiyorsunuz” diyorlar. Son cümle bence de abes, fakat “normal” her kulağa masum gelen bu sözleri nedeniyle gençler çevik kuvvet tarafından derdest edilip götürülüyorlar.
Başbakan’a “ampul” diyen bir genç, yedi ayı aşkın hapis cezasına çarptırılıyor.
Altı genç, bir dönercide döner yiyen Başbakan’a, “Biz açız, üniversite harçlarımızı ödeyemiyoruz, sizse burada döner yiyorsunuz” diyorlar. Son cümle bence de abes, fakat “normal” her kulağa masum gelen bu sözleri nedeniyle gençler çevik kuvvet tarafından derdest edilip götürülüyorlar.
Başbakan’a “ampul” diyen bir genç, yedi ayı aşkın hapis cezasına çarptırılıyor.
Lider böylesine hoşgörüsüz olunca, altındakiler de her ağızlarını açtıklarında karşıtlarına en olmadık sözlerle saldırıyorlar. Son ayların gazetelerini taradığınızda hoşgörüsüzlüğün, uzlaşmazlığın, gemlenemeyen öfkelerin yüzlerce örneğine rastlıyorsunuz.
***
Başbakan konuşan değil, bağıran gençler istiyor; AKP kongrelerinde o konuşurken koro halinde “Türkiye seninle gurur duyuyor!” diye bağıran gençler gibi.
Başbakan “özgür” kadınlar görmek istiyor çevresinde. Özgürlüğü başlarına türban takmak olarak anlayan kadınlar…
Başbakan “demokratik medya” istiyor, hep ondan yana yazacak, hep ondan yana konuşacak, hep onu övecek “tek boyutlu” bir medya.
Başbakan “üretken” sanayiciler istiyor, yalnızca mal üreten değil, yeşile dönüşen, yeşillenen, onun bir dediğini iki etmeyen, onun sözünden çıkmayan, onu destekleyen, ona biat etmiş sanayiciler.
Özetle Başbakan, kendisinin “maestro” olduğu, toplumun her cinsten, her dilden, her yaştan, her meslekten insanlarıyla tek sesli bir koro oluşturduğu, onun da elinde sopasıyla bu koroyu yönettiği bir Türkiye’yi özlüyor.
***
Kısacası insan gün geliyor, gerçeklerden uzaklaşmak, kaçmak, başka şeyler yapmak istiyor. Ama ne yazık ki kaçamıyor. “Türk olmanın dayanılmaz ağırlığı” dedikleri şey de bu olsa gerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder