Kürt sorunu, bu toprakların kanayan yarasıdır. Babanzade Abdurrahman Paşa’nın önderliğinde Osmanlı’ya karşı 1806’da Süleymaniye’de 1806 yılında başlayan ve iki yıl süren ilk Kürt isyanından bu yana 203 yıl geçmiştir. İki yüzyıllık zaman diliminde Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti topraklarında sözü edilmeye değer büyüklükte 40 isyan ve ayaklanmada yüz binlerce Türk ve Kürt can vermiştir. Sorun, Osmanlı’nın ve Türkiye’nin iç koşullarına, gelişme düzeyine, dış ilişkilerine ve/veya emperyalizmin çıkarlarına bağlı olarak farklı amaçlar doğrultusunda araçlaştırılmıştır.
Son çeyrek yüzyıldır Güneydoğu’da yaşanan PKK terörünün (buna ‘düşük yoğunluklu savaş’ da diyebilirsiniz) neden olduğu can kaybı 40 bin, parasal maliyeti de 300 milyar dolardır. Bu kayıpların yanı sıra binlerce köyün boşaltılmasının yol açtığı göç nedeniyle Güneydoğu illerimizde yoksulluk artmış, büyük kentlerde nüfus patlamaları gerçekleşmiş, buna bağlı olarak sonunun nereye varacağı bilinemeyen toplumsal uçurumlar oluşmuştur. Bugün İstanbul’da 1,9 milyon, İzmir’de 700 bin Kürt yurttaşımızın yaşadığı varsayılmaktadır.
25 yıldır süren terör sıralanan tüm bu olumsuzluklara koşut olarak silah kaçakçılığından uyuşturucu kaçakçılığına, ihale yolsuzluklarından toprak spekülasyonlarına kadar bölgede yasadışı ve haksız kazanç zemininde uç veren bir “kirli ekonominin” doğup gelişmesine yol açmıştır.
***
Kürt sorunu aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşmesi, dolayısıyla çağdaşlaşmasının önündeki en büyük engeldir. Ülkemizin ve toplumumuzun kanayan yarasına merhem olacak, yarayı kapatacak tüm çabalara destek olmanın bir yurtseverlik sorumluluğu olduğunu düşünüyorum.
***
Kürt sorunu aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşmesi, dolayısıyla çağdaşlaşmasının önündeki en büyük engeldir. Ülkemizin ve toplumumuzun kanayan yarasına merhem olacak, yarayı kapatacak tüm çabalara destek olmanın bir yurtseverlik sorumluluğu olduğunu düşünüyorum.
Doğal ki Kürt sorunun çözümüne ilişkin olarak ödün verilemeyecek “kırmızı çizgiler” vardır. Bana göre bunlar Türkiye Cumhuriyeti’nin “üniter devlet yapısı”, “toprak bütünlüğü”, “resmi dilinin Türkçe olması” ve “laik, demokratik, sosyal hukuk devleti” niteliğidir. Bunların dışında konuya ilişkin her türlü eleştiri, öneri, düşünce, görüş, katkı “kimden geldiğine bakılmaksızın” ciddiye alınarak değerlendirilmeli ve tartışılmalıdır.
Kimi okurlarım bana yazarak, son günlerde basında yer alan “162 kişilik imza listesinde adımın yer almasını yadırgadıklarını” bildirdiler. Anımsatmak için söz konusu imza metnini buraya alıyorum.
“Bizler, on yıllardan beri devam eden, binlerce insanımızın yaşamına, onarılmaz acılara, maddi ve manevi kayıplara mâlolan, toplumsal dokumuzu bozan, ülkeyi etnik çatışmaların eşiğine getiren Kürt sorununun adil, demokratik, barışçı çözümü için atılan adımları sonuna kadar destekliyoruz. Kanın durması, barış, dostluk ve karşılıklı güvenin yeniden kurulması ve onarılması için Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne hayati ve ertelenmez bir sorumluluk düştüğüne inanıyoruz.
Bu inançla, soruna cesaretle eğilen ve çözüm arayan her girişimi, barış ve çözüm yolunda adım atan bütün kişi ve kurumları destekliyor; barış çabalarını kendi dar çıkarları ve savaşçı emelleri uğruna engellemeye çalışanları tarih ve toplum önünde kınadığımızı bildiriyoruz.”
***
Akan “kanın durması, barış, dostluk ve karşılıklı güvenin yeniden kurulması ve onarılması” sorumluluğunun TBMM’ne bırakıldığı metnin, bu satırların yazarı, bağımsız sosyalist biri gibi ülkede barış isteyen hiç kimseyi rahatsız edecek bir yanının olmadığı kanısındayım. Zaten metnin altındaki adımı yadırgadıklarını bildiren okurlarım da metnin kendisinden çok, metni, daha önce çeşitli nedenlerden ötürü eleştirdiğim kimi kişilerle birlikte imzalamış olmamı şaşırtıcı bulduklarını yazıyorlar. Yeri gelmişken o 162 kişinin içinde kendilerine karşı eleştirel duruşumu koruduklarım olduğu gibi düşüncelerine ve kişiliklerine saygı gösterdiğim çok sayıda imza sahibinin bulunduğunu söylemeliyim.
***
Akan “kanın durması, barış, dostluk ve karşılıklı güvenin yeniden kurulması ve onarılması” sorumluluğunun TBMM’ne bırakıldığı metnin, bu satırların yazarı, bağımsız sosyalist biri gibi ülkede barış isteyen hiç kimseyi rahatsız edecek bir yanının olmadığı kanısındayım. Zaten metnin altındaki adımı yadırgadıklarını bildiren okurlarım da metnin kendisinden çok, metni, daha önce çeşitli nedenlerden ötürü eleştirdiğim kimi kişilerle birlikte imzalamış olmamı şaşırtıcı bulduklarını yazıyorlar. Yeri gelmişken o 162 kişinin içinde kendilerine karşı eleştirel duruşumu koruduklarım olduğu gibi düşüncelerine ve kişiliklerine saygı gösterdiğim çok sayıda imza sahibinin bulunduğunu söylemeliyim.
Kürt sorunu gibi yıllar içinde kangrenleşmiş bir sorunu çözmek bir siyasal partinin, bir örgütün, bir kurumun ya da bir girişimin tek başına altından kalkacağı bir görev değildir. Sorunun çözümü mutlaka ulusal bir uzlaşmayı gerektirmektedir. Bu konuda tekilcilik, bireycilik, grupçuluk, particilik gibi bir lüksümüz yoktur, olmamalıdır, diye düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder