24 Ağustos 2009 Pazartesi

KOZAK YAYLASI VE BİR AYDINLANMA BULUŞMASI - 09.08.2009


Kozak Yaylası, cennet yurdumuza niçin “cennet” denildiğine örnek bir köşe; Ayvalık’la Bergama arasındaki 67 km.lik dönemeci bol asfalt yolun her iki yanına derinliğine yayılmış çam ormanlarının kapladığı yeşil mi yeşil, havası temiz mi temiz, yaşanası bir bölge. Yayla, fıstık çamları, balı, hoşgörülü, güler yüzlü insanları ve Demircidere’den Ayvatlar’a, Nebiler’den Aşağıbey’e kimi şelalesiyle, kimi mağarasıyla, kimi Roma Hamamıyla, kimi Türkmen gelenekleriyle her biri ayrı bir çekim merkezi olan 16 köyüyle ün yapmış.

***

Kozak Yaylası’na bu ilk gidişim, gidiş nedenim de turistik değil, bir buluşmaya çağrılıyım. Burada, bir kır lokantası olan Doğa Restoran’da dokuz yıldır düzenlenen bir buluşma bu, bir “aydınlanma buluşması”. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Balıkesir Şube Başkanı İsmail Erten’in girişimiyle birkaç ailenin bir araya gelmesiyle ilki gerçekleşen buluşma yıllar içinde geniş katılımlı, geleneksel bir toplantıya dönüşmüş.
Düzenleyiciler her buluşmaya birkaç da konuşmacı çağırıyorlar; geçen yılki buluşmanın konuşmacıları Türkel Minibaş, Mehmet Başaran, Ahmet Yorulmaz ve Ümit Zileli imiş. Bu yılki buluşma bizi öksüz bırakıp giden sevgili Türkel’le, bir süre önce aramızdan ayrılan köy enstitülü eğitimci ve hukukçu Mehmet Ali Şengül öğretmenimizin anılarına düzenlenmiş.
Önce koca bir çınar olan öğretmenim Talip Apaydın konuştu, güncel bir Türkiye görüntüsü çizdi. Dikkatle, ilgiyle izledim. Onu izlerken köy enstitülerinin ülkemize, toplumumuza ne değerler kazandırdığını, aydınlanma devrimimizi nasıl zenginleştirdiğini, kapatılmalarının ise yurdumuzu ve insanlarımızı nasıl yoksullaştırdığını düşündüm. O aydınlanma lanetlileri, o Refik Şemsettin Sirer’ler, o Tevfik İleri’ler geçtiler gözlerimin önünden, sırtlarındaki kapkara hortlak cüppeleriyle. Ve onların güncel artçıları…

***

“Emperyalizm önce anlaşmalarla, sonra topla tüfekle gelir,” derdi Türkel, “uyanık olun, susmayın, her yerde konuşun!” Onu anlattım, maviş gözlü, hep duru, hep yalın, hep doğru, cerbezesiyle, yorulmazlığıyla, örgütçülüğüyle, çalışkanlığıyla kadın gibi kadın olan can arkadaşımı… İnsan Türkel Minibaş gibi olunca nereye gittiyse, nereye adımını attıysa orada iz bırakıyor; ister Edirne’de, ister Şanlıurfa’da, isterse Kozak Yaylası’nda olsun.
Konuşurken bir an gözlerim annesi Nurten Hanım’a, kardeşi Ali ve onun eşi Yüksel Minibaş’a takıldı, “unutulamaz” bir insanın annesi, kardeşi olmanın hüzünlü övüncünü yansıtıyordu gözleri.

Bir Talip Apaydın’ın, bir Mehmet Başaran’ın, bir Bahattin Fırtına’nın önünde konuşurken insan kendini sınava girmiş bir öğrenci gibi duyumsuyor. En iyisi sözü uzatmamak, yerinde kesmek; ben de öyle yaptım.
Sonra sevgili Mehmet Başaran öğretmenimle değerli dostum Ahmet Yorulmaz konuştular.
Hepimiz aşağı yukarı aynı şeyleri söyledik aslında, ortak duygularımızı, geleceğe ilişkin ortak özlemlerimizi, yaşananlara ilişkin ortak öfkelerimizi dile getirdik. Bir dostlar buluşmasıydı sonuçta. Aydınlık yürekli, aydınlık beyinli, aydınlık yüzlü yurtseverlerin bir aradalığıydı.
Orada olmak, o insanların arasında soluk almak iyi geldi bana. Gelecek yıl da gideceğim.

***

Ama daha önce de gitmem gerekiyor Kozak Yaylası’na. Madenciler oraya da el atmışlar; yaylanın 5 milyon çamına göz dikmişler, çamları devirip devirip toprağı oyuyorlar, yeşili kelleştiriyorlar. Yağma, talan orada da başlamış, Göz göre göre çalıyorlar yurdumuzun geleceğini. Kapitalizmin en aşağılık türüne, bu talancılığa “Dur!” demek gerekiyor.











Hiç yorum yok: