Atatürk Havalimanı’nın Dış Hatlar Terminali’ndeyim. Saat sabahın yedisi; bir bankta oturmuş, insanları izliyorum. Yanımdaki bankta bir adam yatıyor, ayakkabılarını çıkarmış, çıplak ayakları esmer. Çantasını başının altına yastık yapmış, hafiften horlayarak uyuyor. Bir Arap olmalı. Çünkü çoğunlukla onlar, Pakistanlılar, Bangladeşliler bir de Hindular böyle sere serpe yatıyorlar diledikleri yerde. Adam bir ara sıçrar gibi oluyor; korkulu bir rüya görüyor, diye aklımdan geçiriyorum. Sonra, onu rüyasında korkutan şey ne olabilir, sorusu takılıyor kafama.
Tam o sırada önümden sarışın, yaşlı bir çift geçiyor, adamın yattığı bankın önüne geldiklerinde ikisinin de yüzleri ekşiyor, kadın, gördüğünden tiksindiğini belli eden bir anlatım takınarak yanındaki erkeğe yüksek sesle bir şeyler söylüyor. Çift, İskandinav ülkelerinden birinden olmalı. Kulağıma çalınan sözcüklerden bu kanıya varıyorum.
Dünyanın bir yerindeki insanlar için doğal olan, bir başka yerindeki insanlar için aykırı hatta tiksindirici olabiliyor.
***
Oturduğum bankın öbür yanındaki boşlukta yaşlıca bir erkekle bir kadın, yanlarında da başı türbanlı, pembe yanaklı bir kız çocuğu var. Kadın oldukça şişman, başı yazmalı, allı güllü, uzun bir etek giymiş altına, üzerinde kavuniçi merserize bir kazak, onun üzerinde de fıstık yeşili, yünden elişi bir hırka var. Bir renk cümbüşü! Kızın üzerinde yakası kapalı, uzun, kirli sarı renkte bir pardösü var. Ayakları çorapsız; bej renkli, küt topuklu, burnu gereğinden fazla açık ayakkabılardan başparmakları dışarı taşmış, küçük birer patlıcanı andırıyorlar Kolunda ayakkabılarının renginde bir çanta var. Adam ise tıknaz ve sert yüzlü, üzerindeki, pantolonu diz yapmış kahverengi takımın içinde bir de aynı kumaştan yeleği var. Siyah gömleğinin yakası açık Elindeki 33’lük tespihi tek aksesuvarı. Büyük olasılıkla saati de vardır ama görünmüyor.
Kadın kıza hiç durmaksızın bir şeyler anlatıyor; kız da başı hep önde dinliyor, arada bir kafasını sallayarak dinlediklerini onaylıyor. Duyabildiğim kadarıyla kadın kızcağızın kaynanası olmalı; bir ara susar gibi olunca kız (artık “gelin” diyebiliriz) kafasını kaldırıp gözlerini çevrede gezdiriyor, sonra karşıdaki gümrüksüz satış mağazasının geniş kapısında beklemeye kalıyor gözleri. Çok geçmiyor, beklediği yerde yaşı en fazla yirmi olan bir delikanlı beliriyor ve onlara doğru geliyor, elinde iki plastik torba var. Kız başını yeniden öne eğiyor. Kadın yüksek sesle, “Nerede kaldın?” diye sitem edip “Kasada bekledim” karşılığını alıyor.
Delikanlının jöleli siyah saçları bir kirpinin sırtını andırıyor. Kumlanması abartılmış, gri-bej karışımı renkte, dar mı dar bir kot pantolon var altında. Ayaklarında da burunları uzun yarış kiklerinin sivri burunlarına benzer taba renkte, krokodil desenli ayakkabılar var. Siyah kemerinin aslan başlı pirinç tokası el büyüklüğünde. Yukarıdan üç düğmesi açık, önü fırfırlı beyaz gömleğinin üzerine siyah kumaştan dar bir ceket giymiş. Giysileri ve davranışlarıyla tipik bir “á l’Allemagne” varoş genci. Anası babası ona haytalıktan belki kurtulur umuduyla köyden “dini bütün” bir kız almışlar. Görüntü bu. Çocuğun da kızın da çok yakın gelecekteki mutsuzlukları aileleri tarafından programlanmış. Kadın hiç kuşkusuz geliniyle övünecek komşuları arasında, delikanlı büyük olasılıkla haytalığını sürdürecek, kızın yılları ise kaynanasının bitmek tükenmek bilmeyen dırdırından biraz olsun kurtulurum umuduyla, işsiz fakat iş aramaya da niyetsiz kocasının yolunu beklemekle geçecek.
Delikanlı geldikten bir süre sonra uzaklaşırlarken arkalarından bunları düşünüyorum.
***
Yan komşum uyandı, daha doğrusu iki kadın tarafından uyandırıldı. Kadınlardan biri genç, öbürü yaşlı. İkisinin de üstlerinde kara çarşaf, yüzlerinde peçe var. Yalnızca gözleri görünüyor. Kadınlardan birinin yaşlı olduğunu kamburundan anlıyorum. Varsayımım doğruymuş, Arapça konuşuyorlar. Adam uyku sersemi, ayaklarını indirip kadınlara yer vermek aklına gelmiyor. Belki de bu aklına hiç gelmeyen bir davranış, bilemiyorum. En iyisi gidip bir kafede oturmak. Kalkıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder