17 Haziran 2009 Çarşamba

BU FİLMİ DAHA ÖNCE GÖRMÜŞTÜK SANKİ - 17.06.2009

1960’lı, öncelikle de 1970’li yıllarda solcuların en önemli yanılgılarından biri de kendi yarattıkları ve kendi aralarında konuştuklarında kolay anlaşabilirliği olanaklı kılan “özgün terminolojiyi” ikna çabasında oldukları kitlelerin de aynı kolaylıkta anlayabileceklerini düşünmeleriydi. Oysa sokaktaki insan sorduğu, “Siz ne istiyorsunuz?” sorusuna, “Sınıf partisi önderliğinde sosyalist devrim!” ya da “İşçi-köylü ittifakı zemininde, işçi sınıfının öncülüğünde Milli Demokratik Devrim!” gibi yanıtlar aldığında duyduklarından hiçbir şey anlamıyordu. “Emperyalizme ve her türden faşizme karşı yeni mevziler kazanmak”, “proleteryanın kızıl bayrağını yere düşürmemek”, “komprador burjuvazinin yüreğine korku salmak”, “darbeyi emperyalizmin yumuşak karnından vurmak” türünden sol kulaklara hoş gelen sloganlar onların dışındaki insanlar için pek bir anlam taşımıyordu.

Yüzlercesi sayılabilecek bu tür sloganlara takılıp dünyanın ve Türkiye’nin gösterdiği ekonomik, toplumsal ve bunlara bağlı olarak kültürel gelişmesine ayak uyduramayıp hayatın gerisinde kalan “sol”, çıkış noktasının doğru olmasına karşın kendini kitlelere anlatamadı. Bugün de anlatabildiğini söylemek sanırım fazlaca iyimserlik olur.

Solcuların düştüğü önemli yanlışlardan biri de kendi benimsediği jargonu aynen benimsemeyen, kullanmayan öbür solcuları “solcu” olarak görmemeleriydi. Her grubun doğruları “mutlak” doğrulardı ve solculuğun ölçütü de bunlardı. Bu yanlış son elli yıldır onlarca ama onlarca sol grubun/örgütün/partinin ortaya çıkmasına ve bunların hiçbirinin bir diğeriyle anlaşamamasına neden oldu. Bu yanlışın bir sonucu da egemen güçlere karşı verilecek savaşımda gerekli olan enerjinin sol grup, örgüt ve partilerin kendi aralarındaki sonu gelmez tartışma ve kavgalarda tüketilmesiydi. Sol için “düşman” en yakınındakiydi, karşılıklı “revizyonistler, oportünistler, sosyal faşistler” kavgalarından sıra “gerçek düşmana” , sınıf düşmanına bir türlü gelemiyordu.

Son yıllarda benzer gelişmeleri kendilerini “ulusalcı”, “Kemalist”, “Atatürkçü” olarak tanımlayan kesimlerde de gözlemliyoruz. Oysa kendilerini ırkçı ya da totaliter milliyetçilikten soyutlayan, bu tür akımlara mesafeli duran bu kesimlerin varlığı günümüz koşullarında Türkiye’nin toprak bütünlüğünün, ulus devlet yapısının, bağımsızlığının korunması açısından büyük önem taşımaktadır. Ne var ki “sosyalist sol” gibi bu kesimlerin de grup, örgüt ve parti olarak sayılamayacak çoklukta parçalara bölünerek onlarla aynı yolu, birbirleriyle didişerek enerjilerini tüketme yoluna girdiklerini gözlemliyoruz.

Herhalde insanlarımızın en büyük zaaflarından birinin, “ortak amaçlar doğrultusunda birleşememek; birleşse bile bir süre sonra bölünmek, bölündükten sonra da daha düne kadar birlikte olduğunu baş düşman belleyip var gücüyle ona saldırmak” olduğunu söylersek pek yanlış bir kanıda bulunmuş sayılmayız.

İçinde bulunduğumuz dünya, bölge ve ülke koşulları bir yanda tüm renkleriyle sol kesimi, öbür yanda da tüm renkleriyle ulusalcı kesimi birleşmeye, giderek bu iki ana kesimi ortak amaçlar doğrultusunda bir araya gelerek güç birliği oluşturmaya zorluyor. Doğaldır ki bu birleşmeler de, güç birliği de organik, yapısal bütünleşmeleri gerektirmiyor. Ortak zeminde buluşmanın sağlanabilmesi için önce insanların birbirlerinin görüşlerine, düşüncelerine, inançlarına hoşgörüyle yaklaşması, bir araya getirilemeyecek farklı görüşlerin bir yana bırakılarak, ortaklaştırılabilecek görüşlerin öne çıkartılıp ortak paydada uzlaşmaya kararlı olmak gerekiyor.

Dünyaya ve olaylara sınıf çelişkisi penceresinden bakan bir sosyalist ile baktığı pencere farklı olan bir ulusalcıyı aynı potada eritmek doğal ki olanaksızdır. Fakat yurtseverlik her ikisini de ortak zeminde buluşturabilecek bir kavramdır. Bugün bize gerekli olan da budur, yurtseverliktir. Üzerinde düşünelim. Gördüğümüz filmi defalarca yeniden görmeyi istemiyorsak tabii.

***

Not: Değerli yazarımız Erol Manisalı başarılı bir ameliyattan sonra hastaneden taburcu oldu. Sevgili hocamıza büyük geçmiş olsun diyor, bizleri özlediğimiz Bıçak Sırtı yazılarına bir an önce kavuşturmasını diliyorum.



Hiç yorum yok: