27 Haziran 2009 Cumartesi

BİRLİKTE YAŞAMA İRADESİ (1) - 21.06.2009

Geçen hafta sevgili Emre Kongar Aydınlanma köşesinde çok önemli bir yazı yayımladı. “Kürt Sorunu: Birlikte Yaşama İradesi” başlıklı yazısında hocamız Kürt sorununa ilişkin olarak Türklerin ve Kürtlerin birlikte yaşama iradesinin olup olmadığının saptanmasını bu konuda birincil görev olduğunu ileri sürüyor ve konunun bir çözüme bağlanması bağlamında tartışmaya buradan başlanmasını söylüyor.

Hocamızın çıkış noktası doğru ve gerçekçidir, çünkü çok etnisiteli toplumlarda “üniter yapıda ulusal bir devlet”in varlığı için farklı etnisitelerin birlikte yaşama iradesi belirleyicidir. Sevgili Kongar bu önemli saptamayı yaparken, dil sorununu “temel sorundan kaynaklanan” ikincil bir konu olarak değerlendiriyor. Bence bu bakış özellikle “kimliklenme” bağlamında özel bir tartışmayı gerektirmektedir.

Türkiye, çok kavimli bir imparatorluğun enkazı üzerinde kurulmuştur. Yüzlerce yıl aynı topraklarda yaşamış, aynı keder ve sevinçleri paylaşmış farklı etnik kökenlerden gelen topluluklar, 19. yüzyılın başlarından itibaren farklı düzeylerde kapitalistleşme sürecine girmeleriyle birlikte bu yeni üretim biçiminin üstyapıda ürettiği “ulus” ve “uluslaşma” kavramlarıyla tanışmışlardır. İmparatorluğun çöküşünü hazırlayan başlıca olgu da bu etnik toplulukların ulus bilinci kazanarak, uluslaşarak bir merkezi devlet olan Osmanlı İmparatorluğu’na başkaldırarak, devletten ayrılma iradelerini ortaya koymalardır.

19. yüzyıl Osmanlı tarihi devletin özellikle Balkanlar’da toprak kayıpları tarihidir. Yunanistan (1821/1830), Romanya (1877/1878), Sırbistan (1878), Bulgaristan (1878/1908), Arnavutluk (1912) bu dönemde birbiri ardınca bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır. Avrupa’daki hızlı endüstriyel gelişmelerin etkisi ve kendi kapitalistleşme düzeyleri göz önüne alınacak olursa Osmanlı topraklarındaki ilk uluslaşma ve buna bağlı olarak bağımsızlık hareketlerinin bu toplumlarda ortaya çıkmasının bir rastlantı olmadığı görülecektir.

***

Anadolu toplumları arasında uluslaşma sürecine ilk giren toplum Ermenilerdir. Sosyalist bir örgütlenme olan Hınçak (Çan Sesi) Komitesi 1886, milliyetçi Taşnak Partisi ise 1890 yılında kurulmuştur. Her iki örgüt de Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan devletinin kurulmasını hedeflemişler, bu hedefler doğrultusunda yabancı güçlerle işbirliği yapmışlar, çeşitli isyanlar örgütlemişlerdir.

Bağımsızlığa kavuşması Anadolu Rumlarında Yunanistan’la birleşme eğilimini doğurmuş, bu eğilim Anadolu’nun işgali döneminde Yunan ordusu ile işbirliği ve işgali destek biçiminde somutluk kazanmıştır.

Anadolu Ermenilerinin bağımsızlık girişimleri 1915 Tehciri ile Rumların, Yunanistan’ın “megalo idea” hedefinin bir parçası olma arzuları ise Ulusal Kurtuluş Savaşı ile akamete uğratılmıştır.

Osmanlı Türk toplumunda ulus bilincinin oluşması görece geç başlayan bir süreçtir. Bu gecikmede Anadolu’ya feodal ve yarı-feodal üretim ilişkilerinin egemen olması başlıca rolü oynamıştır; bu açıdan bakıldığında yeni bir Türk devleti kurmak amacıyla ortaya çıkan devrimci hareketlerin ilkin Balkanlarda görülmesi doğaldır. Ulus bilincinin, Anadolu’da çağdaş bir “ulus devlet” kurma bağlamında Türkçülük ile karıştırılmaması gerekir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün 1919 mayısında Samsun’a hareket etmeden önce söylediği kısa bir cümle kurtuluş devrimcilerinin amaçlarını mükemmel bir biçimde özetlemektedir: “Alınacak tek bir karar vardı; hakimiyeti milliyeye müstenit (ulusal egemenliğe dayanan), müstakil (bağımsız), yeni bir Türk devleti kurmak.”

Sınırları Misak-ı Milli (Ulusal Ant) ile çizilen bu devlet Anadolu’da var olan, farklı etnik kökenden tüm toplulukların devleti olacaktır. Ama nasıl?

Yarın devam edelim.

Hiç yorum yok: