10 Haziran 2009 Çarşamba

ANLATAMAMANIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI - 10.06.2009

Öyle konular var ki bu köşede ele aldığımda kimi okurlardan geleceğini bildiğim tepkilere karşı nasıl bir tutum takınmam gerektiğine önceden kafa yormam gerekiyor. “ana dilde eğitim” de bu konulardan biri. Pazartesi günkü “Ana dil” başlıklı yazım, eskiden olduğu kadar olmasa bile yine de belli ölçüde okur tepkisiyle karşılaştı.

Bu köşede 13 yıldır yazıyorum, Cumhuriyet okurlarının benim Türkiye’nin “üniter yapıda” bir “ulus devlet”, Türkçenin de “devletin resmi”, yurttaşlarının da “ortak” dili olarak kalmasından yana olduğumu bilmeleri gerekir diye düşünüyorum. Fakat öyle olmuyor; kimi okurlar, “Eğer Türkler Türkçe, Kürtler Kürtçe, Çerkezler Çerkezce vb öğrenecek olurlarsa aralarında nasıl anlaşacaklar?” gibi anlamakta zorlandığım sorular yöneltiyorlar.

Oysa kimse Türkçenin dışındaki ana dillerin ilköğretimden başlayarak Türkçenin yerine geçmesi diye “absürd/saçma” bir istemde bulunmuyor. Ana dilde eğitimden kastedilen söz konusu dilin “seçme ders” olarak Milli Eğitim müfredatına alınıp öğretilmesidir. Evinde sözgelimi Kürtçe konuşan bir aile okula giden çocuğunu seçme ders olarak Kürtçeye yönlendirme hakkına sahip olmalıdır. Yurttaşların ana dillerini öğrenmek istemeleri temel bir insan hakkıdır, bu istemi karşılamak da uygar/çağdaş bir devletin temel yükümlülükleri arasındadır.

Bugün Almanya’da, Hollanda’da ya da Türk nüfusunun yoğun olarak bulunduğu başka Avrupa ülkelerinde Türkçe seçmeli ders olarak okul programlarında yer almaktadır. Türkiye’nin bu ülkelerden eksiğinin olmaması gerektiğini düşünüyorum.

***

Kimi okurlar da karşı düşüncelerine gerekçe olarak ülkemizin içinde bulunduğu duyarlı durumu göstermekte, bu koşullarda ileri sürülen ana dilde eğitim isteminin “siyasal kaynaklı” olduğunu vurgulayarak konuya olumlu yaklaşmanın “PKK’nın ekmeğine yağ sürülmesi” anlamını taşıyacağını söylemektedirler.

Bu istem özü bakımından “kültürel” bir istemdir, fakat gereksiz ve uzun bir inatlaşma sürecinde siyasallaşmıştır. Fakat bu inatlaşmayı salt Kürtlere yüklemek haksızlık olur. Unutmayalım ki dün denecek kadar kısa bir zaman öncesine kadar bu yazıyı yazmak bile ülkemizde suçtu.

Siyasal yönetimler onlarca yıl Kürt dilini yok saymışlar, bu dilin Türkçenin “deformasyona uğramış bir lehçesi” olduğuna ilişkin kuramlar üretmişlerdir. Cumhurbaşkanlığı bu ülke seçmeninin yüzde 92’sinin oyuyla onaylanmış 12 Eylül’ün darbe lideri Kenan Evren’in “karda yürürken çıkan kart-kurt sesleriyle Kürt ve Kürtçe kavramları arasında kurduğu dahiyane (!) ilişki” bile toplumda kendine yandaş bulabilmiştir. Bu tutmayınca bu kez de “Hangi Kürtçe?” yollu bir tartışma başlatılmış, Zazaca ve Kırmançi arasındaki farklılıklara “olmayan” onlarcası katılarak “Kürtlerin kendi aralarında bile anlaşamayacakları”, “Kürtçenin bir yazı dili olamayacağı” gibi savlarla toplum aldatılmaya, Kürt dili aşağılanmaya çalışılmıştır.

Kürtlerin bu çabalara karşı tepki göstermeleri, bu çabalarda siyasal bir arka plan aramaları, dolayısıyla konuyu siyasal düzleme çekmeleri doğal değil midir? Ya da 1980’li yılların ortalarına kadar iktidarların Kürtçeye yaklaşımlarının “siyasal” olmadığını söyleyebilir miyiz? Nitekim sorunun çözümü de “siyasal” olacaktır. ***

Kürtçeyle ilgili yazdığım yazılara gelen bir bölüm uyarı da zaten “onların” evlerinde Kürtçe “konuşabildikleri”, “sokakta da konuştukları”, buna hiçbir müdahalenin olmadığı doğrultusundadır. Doğrudur, fakat benim anlatmak istediğim, anlatamamanın ağırlığını duyumsadığım konu, bu ülkede konuşulan ana dillerin okul eğitiminde öğrenilebilme şansına sahip olmaları, bu dillere edebiyat ve bilim dili olma yollarının açılmasıdır. Yoksa TRT 6 aylardır Kürtçe yayın yapmakta, bir süredir de Van Devlet Tiyatrosu’nda Kürtçe bir oyun sergilenmektedir.

Konunun PKK ile ilişkilendirilmesini ise anlamsız buluyorum, çünkü Türkiye’nin, alacağı kararları bir terör örgütünün söylemlerine endekslemeyecek kadar güçlü olduğuna inanıyorum

Okur Yorumları:

Sayın Kavukçuoğlu,

Bugün Cumhuriyetteki köşe yazınızı, daha öncekiler gibi, büyük bir beğeni ile okudum. Düşüncelerinize katılıyorum. Ancak, anlattığınız içerikle, konuyu (sorunu) adlandırışınız farklı gibi geldi bana. ‘Anadilde eğitim’ diyorsunuz. Bu adlandırma, bir kişinin eğitimini anadilinde yapmasını çağrıştırıyor, her ne kadar bunun uygulanabilirliği olmasa da. Halbuki açıklamanızdan, belirtmek istediğinizin ‘bir kişinin anadilini öğrenmesi’ olduğu anlaşılıyor. Bu durumda konuyu ‘anadil eğitimi’ olarak adlandırmanın daha doğru olacağını düşünüyorum. 10.06.2009

Saygılarımla

İsmail Turgut

--------------------------

Değerli Deniz Kavukçuoğlu,

Bugünkü yazınızı da okudum ve meramınızı anladım. Anadilde eğitimden, dileyene Kürtçe'nin seçmeli ders olarak okutulması kastediliyorsa sorun yok; katılıyorum.

Sorun şurda: "Anadilde Eğitim" ifadesinden anladığımız, tüm müfredat ve eğitimin o dil ile yapılmasıdır. Sanırım bazı okurlarınız gibi benim de kafamı karıştıran, bu temel kavram konusundaki anlaşmazlıktı. Esenlikler dilerim...

Bülent H. SAKIZLIGİL / ANKARA

-----------------------------

Sayın Deniz Kavukçuoğlu,

Bir köşe yazarına bir şeyler yazmanın birkaç nedeni vardır. Önce yazısını beğenirsiniz övmek için, beğenmezsiniz yermek için, sonra güncel bir konuda çok değerli, sandığınız görüşleriniz vardır köşe yazarına bu düşüncenizi onaylatmak veya beğendirmek istersiniz (adam-veya kadın- bir de yazınızdan ya da adınızdan sözettimi değmeyin keyfinize). Size yazma nedenim bunlardan biri değil. Bir sorumluluk duygusu. Gazete adına duyduğum bir sorumluluk duygusu. Bir şeyler yanlış. Bu günlerde sık düşüyorsunuz bu yanlışlığa. Belki düzeltme olanağı vardır belki ayrı bir bakış açısı oluşturabilirsiniz diye düşündüm.

Önemli eksikliklerinizin olduğunu söyleyeceğim konu Kürtçe. Bu konuda yazdıklarınızdan edindiğim izlenim her Türk okuryazarı gibi; çeviri bir bakış açınız var. Bu konuyla ilgili yazdıklarınız veya yazılanların çoğu son 20–25 yıldır Avrupa’da söylenip yazılan oradan ülkemize gönderilip yayınlatılan şeyler. Siz onları özgün bir yorum gibi köşenize koymuşsunuz. Sizi suçlamıyorum bu konuda ulusal hiçbir yayın yok yazılıp çizilenler de çoğunlukla yanlı şeyler.

Önce Kürtçe ile ilgili bazı soruları sormak gerekir.

Hiçbir komplekse kapılmadan şu soruya bir yanıt bulmak gerek.

Böyle bir dil varmıdır? Eğer varsa, bu dilin bir grameri, alfabesi, yazısı, benzeri yaşayan bir dil için gerekli şeyleri varmı? Kaç çeşit söylenişi (lehçe) var ve bu çeşitlerin kaçı Türkiye’de konuşuluyor?

Sonra arkasından şu soruyu hemen sormak gerek: kim konuşuyor bu dili? Yanıt kolay: Kürtler. Kaç kişi bu Kürtler ve birbiriyle Kürtçemi konuşuyorlar ya da bunlardan kaç kişi hangi Kürtçeyi konuşuyor? TRT nin yaptığı yayını kaç kişi dinliyor ve anlıyor. Van’da sahnelenen-sözünü ettiğiniz-oyun gişe hasılatımı kırdı yoksa kimse izlemedimi?

Yine, hiçbir komplekse kapılmadan söylemek gerek: Evet Kürtçe diye bir dil vardır.

Kuşkusuz, tartışmasız vardır ve bu coğrafyada belki 1000 yıllardır konuşulmaktadır. Ve yaşıyor. Çoğu insan yaşamı boyunca başka bir dil öğrenemeden ölüp gidiyor bugün hala böyle. Kürtçe unutturulmuş, asimile edilmiş, değil. Özel bir dönemin dışında Kürtçe konuşanlar vurulup dövülüp işkence görmemişlerdir. O dönemde Türkçe konuşanları da elden geçirdiler. Faşizm işkence ederken etnik ayrımcılık yapmadı. O koşulları Türkçe konuşanlar daha çok yaşadılar. Siz o sırada yurtdışında filan olabilirsiniz. Hep Kürtler dövülüp sövüldü diye haber almış olabilirsiniz.

1976 da Bitlis’te bulundum duvarlarda Kürtçe sloganlar vardı sokaktan geçen kimse o yazılanları anlamıyordu, yani, “bu, bizim konuştuğumuz Kürtçe değil” diyorlardı. O yıllarda bile Bitlis’te kendini sakınmadan Kürt diye tanıtan bir tanıdığa sormuştum “bu Kürtçe Bağdat radyosunun Kürtçesi” demişti.

Dikkatinizden kaçmamış olsa gerek şu anda Barzaniye tahsis edilmiş bölgede Kürtçe konuşuluyor, abecesi (pardon elifbası) bile var yazılıp çiziliyor hatta bir de üniversite açacaklarmış. Oraya giden Türkiyeli Kürt işadamlarına sormanızı öneririm. Size, çevirmen olmadan anlaşamadıklarını söyleyeceklerdir.

Sonra cesaret isteyen bir soru daha sormak gerek Türkiye’de yaşayan Kürtlerin bir dil sorunu varmı? Nerden ne zaman çıktı bu sorun? Bu dili konuşanlar dışlandı mı ana dilde eğitimi kim istiyor? Kürtlermi yoksa Avrupalılarmı ABD mi? Anadilde eğitim ya da resmi dil Kürtçe isteminin arkasından gelecek olan ne? Hiç düşündükmü? Düşündünüzmü?

Sonra şu çok önemli soruyu sormadan geçmeyelim lütfen: Bu Kürtleri kendilerinden çok AB ve ABD düşünüyor. Niçin acaba?

Turgut bey tam 25 yıl önce 15-20 milyon kürt var demişti. Şimdi kaç kişi oldular acaba bir sayı varmı? Ne ilgisi var demeyin. Hem sizin hem benim yazıp söylediklerimizin hiç biri ulusal kendi kaynaklarımızın yaptığı araştırma veya benzeri şeylerin sonuçları değil. Bence bir iyilik yapın; devlete söyleyin kaç Kürt var kaç Arap var kaç Çerkez kaç Laz kaç Çingene kaç Gürcü kaç Tatar ve kaç Türk var bir saysın. Sayımızı bilelim.

Muhterem o sırada cumhurbaşkanıydı yalan söyleyecek değil ya! 1985 deki rakamı baz olarak alın yıllık % 5(az ya!) artışla bu günkü Kürt nüfusu bulursunuz. Varmı o kadar Kürt?

Ülkemizde bunlara benzer her konuda yaklaşım-ne yazık- bu. Yani yüzeysel. Yani kulaktan dolma.

Eğer kasıt yoksa bu tür yaklaşımlara ne demeli?

Geçenlerde Adanada bir konuşma yaptınız sizi dinleyenler arasında Araplar, Kürtler ve Türkler vardı belki salonda sormanız yakışık almayabilirdi ama yemek yediğiniz lokandadaki garson bindiğiniz taksinin sürcüsü ile konuşsaydınız birçok konuda bilgilenirdiniz. Çünkü onlar ya Kürttü ya Arap ya da Türkmen birbirleriyle kendi dillerinde seninle Türkçe konuşacaklardı

Okuryazarlıktan aydın olmaya doğru yönelmenin bir koşulu var: evrensel değerlere takılıp kalmamak, biraz da yerelleşmek. O zaman Aydın olunuyor. Yaşadığımız coğrafyanın doğasını kültürünü insanını tanımadan neler olup bittiğini anlayamayız. Bunu yapmanın yolu yalan yanlış batı kaynaklarını ezberlemek değil.

Çok ilginç bir örnek var yazınızın (10.06.09) “zazaca ve kırmançi arasındaki farklılıklara olmayan onlarcası katılarak” diye başladığınız bölümünde; açıklamaya çalıştığınız şey Kürtçenin masif tek parça bir dil olduğu ve 12 eylul döneminde bu ayrımın yapıldığı. Bu ayrımın olup olmadığını ne zaman başladığını ne Zaza’larla ne de Kürtler’le konuşmadığınız anlaşılıyor belki siz Mardinlilerin de Kürt olduklarını hatta Kürtçe konuştuklarını söyleyeceksiniz. Güney doğuda ve doğuda tek bir etnik yapı olduğu ve bu yapının da Kürt olduğu savı son 30 yıldır olağanüstü tırmandırıldı. Hiçbir okuryazar Türk “biz Türküz” diye kitap yazan, “Kürtçe, Farsça ve Türkçe karışımı bir yerel lehçedir” diyen Kürtlerin görüşünü dikkate almaz. Çünkü “onlar, kendilerini resmi ideolojiye satmış, kürt halkının düşmanlarıdır” şimdi çok masum bir istekmiş gibi göstermeye çalıştığınız şu “Anadilde eğitim” konusu, bu dilin eğitim ve öğretimle bilim ve edebiyat dili olmasının yolunun açılması isteği var ya bunu yeryüzünde hiçbir devlet hiçbir dile ve kültüre tanımaz. Bu ancak demokratik sivil bir toplum düzeninde toplumsal bir talep sonucunda olabilecek bir şeydir. Böyle bir Türkiye yaratma çabasında kaç Kürt var kaç Türk var? Siz böyle bir Türkiye yaratmak için ne kadar çaba gösteriyorsunuz?

Eskiden Cumhuriyet okuruna böyle bakmazdı. Gazete nasıl bir okuyucusu olduğunu bilir ona göre kendine çeki düzen verirdi. Şimdi tam tersini yapıyor okuyucuya çeki düzen vermeye çalışıyorsunuz. Adana’da 27 Mayısla ilgili konuşmanızı dinlerken bu sonuca vardım; Konuşmanızın biçemi ve içeriği ortaöğretim sınıfına ders verir gibiydi. Üzüldüm.

Kürtçe konusunda da aynı tavır.

Zaten “anlatamamanın dayanılmaz ağırlığı” nı da bu nedenle duyumsamış olmalısınız. Anlayamadılar diye sinirlenen bir öğretmen kızgınlığı içindesiniz.

Saygılarımla

Ahmet Duman-Adana

- -----------------------------------------

Sevgili Deniz Beykardeşim;

8/6/09 tarihli köşenizdeki ''Anadil'' başlıklı yazınızdaki düşüncelerinize tepkimi yazmak isterken bugünkü yazınızda benimle aynı paraleldeki tepkilerin geldiğini okudum. Ama yine de birazcık tepki düşüncelerimi iletmek isterim. Unutmadan

Düşündüm de acaba Deniz Beykardeşim önceki yazısını Bodrum'da mehtabın denize aksettiği ve soğuk rakısını mezesiyle yudumladığı bir ortamda daldığı düş aleminde mi yazdı? Yoksa Kürt kardeşlerimizle aralarında ( Bir Fransız Cumhurbaşkanının eşinin olduğu gibi) duygusal bir bağ mı var? Veya hümanist bir düşünce mi?

Yalnız bildiğim kadar Kürtçe öğrenmek serbest. Bunun için kurslar açılmıştı da öğrencisizlikten hepsi kapandıydı. Öğrenmek o kadar serbest ki Kürt yurttaşlarımız Türkçeyi konuşmak için çevirmen kullanıyorlar.Kürtçe plak serbest, gazete serbest. Peki neden illaki bu aşamada kültür değeri olmayan bu dili Milli Eğitime sokmak için çaba gösteriliyor?

Bir de aklıma şu geliyor: Bu sıcak mevsimde bizleri uyuşukluktan kurtarmak için siz bunu bilerek hınzırlığınızdan yapıyorsunuz.

Sevgilerimle;

Kıral Y.

PS.- (Eski) Haydarpaşa Lisesinde okurken en yakın arkadaşım bir kürt yurttaşımızdı.

------------------------------


Sayın Kavukcuoglu,

Anadilde Egitim teriminden anlaşılan, okullardaki egitim dilinin her bolgede o bolgede yaşayaan insanların kullandıkları anadil olmasıdır.

Sizin tarif ettiğiniz "Anadilde Egitim" anadilde egitim değil, anadilin okulda ogretilmesidir. Terminolojideki karışıklık anlam karışıklığına da yol açıyor ve bugünkü yazınızda yakındığınız tur tepkiler almanıza neden oluyor. Bence "Okullarda Anadil Eğitimi" veya "Anadilin Okulda Öğrenebilmesi" şeklinde bir terminoloji kullanırsanız yanlış anlaşılmalara da yol açılmamış olur. Aksi durumda aldığınız eleştirilerin haksız olduğunu idda edemeyeceğinizi düşünüyorum.

Saygılarımla,

Dr. Özgür Yaycıoğlu

--------------------------------------

“SEÇMELİ” BÖLÜCÜLÜK!

Serdar Ant

Öyle yalanlar vardır ki kabahati, söyleyen

ağızdan ziyade dinleyen kulaktadır.

Arap Atasözü.

Cumhuriyet gazetesinin 8 Haziran 2009 tarihli sayısında yayınlanan “Anadil” başlıklı yazısında, bugün konuşulmakta olan Kürtçenin “ne edebiyat ne de bilim dili için yeterli” olmadığı sözde gerekçesiyle, “Kürtçenin, anadilde eğitimin devletin örgün okul programına alınmasını, üniversitelerde öğrenilecek/öğretilecek bir bilim dili olarak benimsenmesini” savunan Deniz Kavukçuoğlu, öyle sanıyorum ki okurlardan gelen tepkiler üzerine geri adım atmak zorunda kaldı ve 10 Haziran 2009 çarşamba günü yayınlanan “Anlatamamanın Dayanılmaz Ağırlığı” başlıklı yazısında şunları söyledi :

“… kimse Türkçenin dışındaki anadillerin ilköğretimden başlayarak Türkçenin yerine geçmesi diye ‘absürd/saçma’ bir istemde bulunmuyor. Anadilde eğitimden kastedilen söz konusu dilin ‘seçmeli ders’ olarak Milli Eğitim müfredatına alınıp öğretilmesidir. Evinde sözgelimi Kürtçe konuşan bir aile okula giden çocuğunu seçmeli ders olarak Kürtçeye yönlendirme hakkına sahip olmalıdır. Yurttaşların anadillerini öğrenmek istemeleri temel bir insan hakkıdır, bu istemi karşılamak da uygar/çağdaş bir devletin temel yükümlülükleri arasındadır.

Bugün Almanya’da, Hollanda’da ya da Türk nüfusun yoğun olarak bulunduğu başka Avrupa ülkelerinde Türkçe seçmeli ders olarak okul programlarında yer almaktadır. Türkiye’nin bu ülkelerden bir eksiğinin olmaması gerektiğini düşünüyorum.”

Öncelikle Kavukçuoğlu’nun verdiği Almanya, Hollanda ya da Türk nüfusun yoğun olarak bulunduğu başka Avrupa ülkelerinde Türkçenin seçmeli ders olarak okullarda okutulması örneğinin, şu anda terör örgütü PKK tarafından talep edilen anadilde eğitim ya da Kürtçenin okullarda seçmeli ders olarak okutulması ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Türkiye’nin bugünkü siyasal, kültürel, toplumsal koşulları, Kavukçuoğlu’nun örnek olarak verdiği ülkelerden çok farklıdır. Türkiye’nin bu ülkelerden bir eksiği” değil, bir “fazlası”(!) vardır: 25 yıldır süren ve Türkiye’yi kana bulayan PKK terörü…

PKK’nın 7. Kongre kararları doğrultusunda açıklanan “Demokratikleşme ve Barış İçin Acil Eylem Planı” ana hatlarıyla aşağıdaki taleplerden oluşmaktadır:

1. OHAL kaldırılmalıdır.

2. Olağanüstü mahkemeler lağvedilmelidir.

3. İdam cezasının kaldırılması şarttır.

4. Düşünce suçlularına genel af getirilmelidir.

5. Merkezden yerel yönetime geçiş gerçekleşmelidir.

6. Kürt dili ve kültürünün önündeki engeller kaldırılmalı; Kürtçe eğitim ve yayın ile BM sözleşmeleri çerçevesindeki tüm temel haklar tanınmalıdır.

7. PKK, barış projesi kapsamında toplumun tüm kesimleriyle örgütlenme ve etkinlikte bulunma çabası içinde olmalıdır.

8. Koruculuk sistemi kaldırılmalıdır.

PKK’nın bu siyasal hedeflerinden ilk üçü, AB üyelik süreci bahanesiyle gerçekleştirilmiştir! 5, 6,7 ve 8. maddelerin gerçekleştirilmesi için ise her kanaldan yoğun bir mücadele verilmektedir. Bu bağlamda Deniz Kavukçuoğlu “konunun PKK ile ilişkilendirilmesini” anlamsız bulsa da, Kürtçenin, anadilde eğitimin devletin örgün okul programına alınmasını, üniversitelerde öğrenilecek/öğretilecek bir bilim dili olarak benimsenmesiniya da Kürtçenin okullarda seçmeli ders olarak okutulmasını savunduğu sürece, bu çabaları PKK’nın siyasal amaçları açısından büyük bir “anlam” taşımaktadır!

Deniz Kavukçuoğlu, “…Cumhuriyet okurlarının benim Türkiye’nin ‘üniter yapıda’ bir ‘ulus devlet’, Türkçenin de ‘devletin resmi’, yurttaşlarının da ‘ortak’ dili olarak kalmasından yana olduğumu bilmeleri gerekir diye düşünüyorum” diyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin -Deniz Kavukçuoğlu’nun da benimsediğini iddia ettiği- bu nitelikleri anayasanın 3. maddesinde belirtilmiştir zaten:

Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.”

Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, eğer bu niteliklere ve anayasaya gerçekten saygılıysa, “Kürtçenin, anadilde eğitimin devletin örgün okul programına alınması”,söz konusu dilin ‘seçmeli ders’ olarak Milli Eğitim müfredatına alınıp öğretilmesi” gibi talepler dile getiremez! Zira Kavukçuoğlu “devletin örgün okul programlarından” ve “Milli Eğitim müfredatından” bahsediyor! Milli Eğitim Bakanlığı ve onun bünyesindeki tüm okullar “dili Türkçe” olan ve Anayasanın 3. maddesinde nitelikleri tanımlanan devletin birer kurumudur.

Deniz Kavukçuoğlu, bunlara rağmen hâlâ aynı talepleri savunuyorsa, o zaman “Türkiye’nin ‘üniter yapıda’ bir ‘ulus devlet’, Türkçenin de ‘devletin resmi’, yurttaşlarının da ‘ortak’ dili olarak kalmasından yana olduğu” masalını gidip başkalarına anlatmalıdır!

Dahası Deniz Kavukçuoğlu, bölücü terör örgütü PKK’nın siyasal taleplerinden biri olan anadilde eğitim isteğini sanki bütün Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının bir istemiymiş gibi sunuyor! 12 Eylül yönetiminin akıl ve mantık dışı uygulamaları ile ileri sürdüğü görüşlere meşruiyet kazandırmaya çalışan Kavukçuoğlu, “Kürtlerin bu çabalara karşı tepki göstermeleri, bu çabalarda siyasal bir arka plan aramaları dolayısıyla konuyu siyasal düzleme çekmeleri doğal değil midir?” diye soruyor! Böylece “PKK (ya da yasal uzantıları)= “Kürtler” denklemi ustalıkla kurulmuş oluyor! Kavukçuoğlu’na göre bu “sorunun çözümü de siyasal olacaktır.”

O “siyasal çözüm”ün ne olduğunu merak edenler, PKK’nın ya da yasal uzantılarının öneri ve taleplerine bakabilirler. “Özerklik-federasyon-bağımsızlık” ekseninde Türkiye’den kopmayı amaçlayan bu “siyasal çözüm”ün bugünkü aşamasının savunuculuğunu yapmak da “Türkiye’nin ‘üniter yapıda’ bir ‘ulus devlet’, Türkçenin de ‘devletin resmi’, yurttaşlarının da ‘ortak’ dili olarak kalmasından yana olduğu”nu açıklayan Cumhuriyet yazarı Kavukçuoğlu’na düşüyor!

Deniz Kavukçuoğlu, “Anlatamamanın Dayanılmaz Ağırlığı”ndan şikâyet ediyor, ama hiç üzülmesin Cumhuriyet Okurları kendisinin neyi anlattığını, savunduklarıyla hangi amaca hizmet ettiği gayet iyi anlıyor!

10.6.2009

----------------------------------


EĞİTİM - İŞ
EĞİTİM ve BİLİM İŞGÖRENLERİ SENDİKASI

ANTALYA


ANAYASA TASLAĞI, ANA DİLDE EĞİTİM VE ULUS DEVLETİN TASFİYESİ

Bugün istem üzerine hazırlandığı iddia edilen anayasa taslağında, Devletin resmi dili Türkçedir ifadesinin altında yatan gerçek, ana dilde eğitim talebidir. Herkes anasından babasından öğrendiği dili özgürce konuşabilmeli, radyo, televizyon kurabilmelidir. Ancak ana dilde eğitim talebi bu kadar masum bir talep değildir..

Dünyada ilk kez, ortaçağın büyük imparatorlukları ( çok dilli, çok yurtlu, çok kültürlü, çok tarihli, çok dilli bir mozaik olan ) parçalanıp yerine ulus devletler kurulurken ki bu devletler o dönemin devrimci sınıfı olan burjuvazinin kurduğu devletlerdir. Bu dönemde ilk kez 1860 larda Brün Konferansında tartışılmaya başlanan ana dilde eğitim yani “eğitimin milliyetler temelinde örgütlenmesi”, 1912 Basel’de ana hatlarıyla oluşturulmuş ve karara bağlanmıştır. Bu dönemde devrimciler ana dilde eğitimin yani “eğitimin milliyetler temelinde örgütlenmesini” şovenizm olarak adlandırmışlardır.

1640 İngiliz Ulusal Devrimiyle başlayan süreçte, 1900 lere kadar ulus devletleri kuran burjuvazi, ilerici devrimci rollerini yerine getirmiş; dil birliğini, yurt birliğini, tarih birliğini, kültür birliğini bu dört ana sütuna oturan ulus devletleri kurmuşlardır. Bu döneme rekabetçi kapitalizm denir.

Dünyada 1640 larla başlayan 1900 lerin başına kadar süren rekabetçi kapitalizm döneminde ki ilerici rollerini kaybeden burjuvazi, emperyalist çağa girilmesiyle gericileşmiştir ve emperyalist çağ devam etmektedir.

Ana dilde eğitim talebi, burjuvazinin ulus devleti kurarken tartışılıp, devrimcilerin savunmayacağı şovenist bir görüş olmasına rağmen bugün adı ilerici, devrimci, solcu, kendi sağcı olanlar tarafından ballandırıla ballandırıla yayılmaktadır. Ana dilde eğitim isteyenler; ulus devletin dört sütunundan( dil, tarih, yurt ve kültür birliği) vazgeçip, tek sütuna oturan havada devlet istemektedirler.

Bunu yaparken de ana kelimesini çağrıştırarak devrimle oluşan bir topluluğun (Ulusun) dilini milliyetin diline indirgemektedirler. Yani feodal toplum, diller birliğine dayanan (milliyetlerin dili) bir örgütlenme iken devrimle geçilen ULUS örgütlenmesi ile aradaki farkı görememektedirler!..

Bugün Emperyalist ABD ve AB’nin uygulamak istedikleri Türkiye’yi parçalama programları birbirleriyle örtüşmüştür. Türk Ulusunu oluşturan dört sütundan biri olan dil birliğiyle sağlanan Türkçe’nin yerine milliyetlerin dilinde eğitim hakkı istenmek suretiyle Ulus Devlet parçalanmak istenmektedir. Ne yazık ki bu mücadelede de adı solcular payanda olarak kullanılmakta ve güç birliği yapmaktadırlar..

AKP, yapacağı anayasa çalışmalarında ABD , AB ve adı solcularla omuz omuzadır ve alabildiğine; çağdaşlığın yerine feodalizmi, kamunu yerine özeli, ulus birliği yerine tekkeyi, zaviyeyi, prensliği, eyaletleri, özgürlük adına savunmaktadırlar. Mustafa Kemal ATATÜRK’ ün önderliğinde Devrimle geldiğimiz ULUS aşamasından tekrar Osmanlıya döndürüp mozaik görüntüsü verilmek istenmektedir.

Toplumun en ilerici, devrimci sınıfları olan Eğitim ve Bilim İşgörenlerini de bu karşı devrimci mücadeleye ortak etmek istenmektedir. Bizler kendi devrimcilerimizin (Jöntürkler, Mustafa Kemaller..) kazanımlarını ve onların bu yolda döşedikleri taşlara sahip çıkmadan üstüne yeni bir yapı koyamayacağımızı görmeliyiz.

Bu anlamda büyük önder Devrimci Mustafa Kemal ATATÜRK’ ün devrimine ve Cumhuriyet kazanımlarına sahip çıkılmadan, ilerici devrimci olunmaz. Bugün emek mücadelesi ile bağımsızlık mücadelesi örtüşmüş ve birlikte yürütülmesi gereken bir mücadele alanı doğurmuştur. Bugün eğitim ve bilim işgörenlerinin en birincil görevi, gerici bir talep olan “eğitimin milliyetler temeline bölünmesine” karşı mücadele etmektir. Dil birliğinin parçalanması demek Türkiye Halkının, Türk Ulusunun parçalanması demektir ve yurdun parçalanması kaçınılmazdır..

Yeni yapılan anayasa bu anlamda gericidir. Eğitim ve Bilim İşgörenleri, bağımsızlık ve emek mücadelemizi yok edecek olan; emperyalistler ve yerli işbirlikçilerinin hazırladığı bu anayasaya karşı çıkmalı ve hayır demelidir.

ANA DİLDE EĞİTİM

Tarihçilerin birleştiği genel kanı üzerine ortaçağ, 375 yılı kavimler göçüyle başlayan, 1453 İstanbul’un alınışı arası olarak tanımlanır. Aslında çağı böyle bir olayla açıp kapmak doğru değildir.

Ortaçağ (feodal dönem) imparatorluklar örgütlenmesi; diller, dinler ve ırklar temelinde bir örgütlenmedir. Biz imparatorlukları oluşturan bu gruplara “milliyet” diyoruz. Bu çağda ana dil, diller birliğinde, dinler birliğinde, ırklar birliğinde örgütlenenlerin dilidir. Bu anlamda Osmanlının ana dili yoktur Osmanlıyı oluşturan Milliyetlerin dili vardır. Ortaçağa bayrak açan sınıfların önderi olan burjuvazi, imparatorlukları yıkıp ulus devletleri kurarken; dil birliği, yurt birliği, tarih birliği, kültür birliği ana sütunları üzerine, Ulus devleti oturtmuşlardır. Bu örgütlenme, milliyetlerin; burjuvazi önderliğinde devrim yapmış örgütlenmesidir. Bu ortaçağa karşı savaşla, zora dayanarak yapılmıştır. Yeni örgütlenen çağda( kapitalist çağda ) ulus devlet kurulurken dil birliği, konuşulan diller içerisinden uzlaşılan bir dil etrafında olur.

İngiltere 1640 yılında Cromwel önderliğinde, Ortaçağa( feodalizm ) son verdiği ve iktidarı alma mücadelesinde 600 dil içinden en az konuşulmasına rağmen Kelt milliyetinin dilini, devrim dili yaptı. Diğer diller konuşulmaya devam etmektedir ama Kelt dili olan İngilizce, İngiliz Ulusunun dili olmuştur. 1870 yılında İtalya da, Garibaldi önderliğinde ulus devlet olma mücadelesi verilirken, konuşulan 350 dil içindeki İtalyan milliyetinin dili, ulus dili olmuştur.

Osmanlıda Türkçe ( Tarihçi Naima’ya göre ) en az konuşulan, yasaklanan hatta kaba, nadan bir dil olarak nitelendirilirken, Mustafa Kemal önderliğindeki Cumhuriyet devrimiyle Türk Ulusunun dili olmuştur. Dil birliği burjuvazi için şarttı. Tek bir parayla, tek bir gümrükle herkesin mal alıp satması gerekiyordu yoksa birlikteliğin ana sütunu oluşmazdı. Osmanlı İmparatorluğu etnik, dilsel, dinsel temelde bir örgütlenmedir. Burada tabiri caizse ananın babanın dili, din temelinde örgütlenen milliyetin temelidir. Ulusun dili ise, bu milliyetlerin dillerinin içerisinden, birinde anlaşma sağlanan dildir. Bugün kapitalist çağda ana dilde eğitimi savunmak Cumhuriyet devrimini tekrar geriye götürüp, ortaçağın örgütlenmesini ( Osmanlıya dönüş ) kabul etmek demektir. Bu gericiliktir çünkü ortaçağdan ( feodalizm ) kapitalizme ( Yeni çağ ) geçiş, devrimle olur. Biz bunu Mustafa Kemal önderliğinde başardık. Eğitimin milliyetler temelinde örgütlenmesini ilericiler savunmaz savunursa da ilerici olmazlar. Anamızdan babamızdan öğrendiğimiz dili herkesin özgürce konuşmasında sakınca yoktur ama eğitimin milliyetler temeline bölünmesini savunmak, Mustafa Kemal önderliğinde; Cumhuriyet devrimiyle, kurulan Ulus devletin tekrar şeyhlere, dervişlere, meczuplara teslim edilmesi demektir..

Bugün ABD ve AB ülkeleri Türkiye’den etnik, dinsel ve dilsel temelde yapılanma özgürlüğünü dayatmaktadır. Cumhuriyet devriminden, Kemalizm’den vazgeçin demektedir. Gerici bir talep olan Eğitimin milliyetler temelinde yapılmasını dayatmaktadır. Bugün etnik ayrımcılık bir yandan toplumsal huzuru bozarken diğer yandan ırkçı milliyetçi linç kültürü oluşturmaktadır..

EĞİTİM-İŞ; ülkemizin, mesleğimizin ve emeğin çıkarlarının anti-emperyalist ve emekten yana bir çizgide, kararlı bir biçimde savunacaktır. Unutmamak gerekir ki, yarının tam bağımsız, demokratik, gelişmiş Türkiye’sine giden yol; eğitim sorunlarına çözümler üretecek, ulusal eğitimi sahiplenecek, Ulusun çocuklarına her koşulda sahip çıkacak eğitim ve bilim çalışanlarıyla gerçekleşecektir.

Sendikamız EĞİTİM-İŞ bu bağlamda; laik Türkiye Cumhuriyetini, Ulusumuzun ve halkımızın değerleri ve emeğin korunması mücadelesinde en açık bir biçimde taraftır.

İbrahim DAŞ

EĞİTİM-İŞ ANTALYA ŞUB. BŞK.

----------------------------

SAYIN KAVUKÇUOĞLU,
BUGÜN KÜ YAZINIZLA İLGİLİ GÖRÜŞÜMÜ PAYLAŞMAK İSTİYORUM..
AMERİKA'NIN TÜRK ORDUSUNUN BAŞINI ELE GEÇİRİP FAŞİST BİR DİKTATÖRLÜK KURDUĞU BİR DÖNEMDE ETNİK OLARAK VAR OLAN KÜRT YURTTAŞLARIMIZI Kİ BUNLAR TÜRK ULUSUNU MEYDANA GETİREN UNSURLARDAN BİRİDİR, YOK SAYARAK TÜRKTÜR TÜRKLERİN BİR KOLUDUR DOLAYSIYLA YOKTUR KARTTIR KURTTUR DEMİŞTİR. BUNU ABD DEMİŞTİR BUGÜN DE ABD, FEDERASYON FİKRİNİ ÖNERMEKTEDİR, TALEP AYNI KAYNAKLIDIR.
BUNU DİYEN GÜÇLER CUMHURİYETİN GÜÇLERİ DEĞİLDİR..
ÜLKEMİZ YARI SÖMÜRGE YARI FEODAL BİR DEVLETTİR. FEODALİZM DEVRİMLE ÇÖZÜLEMEMİŞTİR. AVRUPA DEVLETLERİ İSE BURJUVAZİ ÖNDERLİĞİNDE DEVRİMLE FEODALİZÖİ YIKMIŞ MİLLİ MESELESİNİ ÇÖZMÜŞTÜR. BİZ ÇÖZEMEDİK. ÜNİVERSİTELERDE KÜRDOLOJİ ENSTİTÜLERİ TÜRK ULUSUNU MEYDANA GETİREN UNSURLAR OLAN MİLLİYETLERİN DİLİNİ ARAŞTIRMA AMAÇLI KURULABİLİR AMA TÜRKÇE'NİN DIŞINDA BAŞKA DİLLERDE İLKÖĞRETİMDEN ÜNİVERSİTEYE KADAR EĞİTİM HAKKI İSTEMEK 1890 DAN BERİ ( BASEL VE BRÜN KONFERANSLARI VB. ) AYRI BİR DEVLET KURMA TALEBİNİ İÇERİR. BEN BU TALEBİ DİLE GETİRİYORUM AMA AYRI BİR DEVLET KURMAKTAN YANA DEĞİLİM DEMEK DOĞRU DEĞİLDİR. EN ÇOK KONUŞULDUĞU İÇİN KÜRT VATANDAŞLARIMIZ KENDİLERİ KURS AÇSINLAR, RADYO, TV, AÇSINLAR AMA ANA DİLİMİZİN( TÜRKÇE) EĞİTİM HAKKI İSTEMEK DOĞRU DEĞİLDİR.
BU GÖRÜŞLERİMİZ ANTİEMPERYALİST DEVRİMCİ VE DÜNYAYA SOL PENCEREDEN BAKAN BİR ÖRGÜTÜN ÜYESİ OLARAK PAYLAŞMAK İSTEDİM..
SAYGILARIMLA..

İbrahim Daş
Eğitim-İş Antalya Şube Başkanı
---------
-------------------------
deniz bey sizin 13 yıldır cumhuriyet gazetesinde yazıyor olmanız ve akp iktidarına muhalif olmanız salt anlamda yurtsever bir aydın olmanız icin yeterli değildir ve bunun örneğinide yazdiğiniz yazılardan okumaktayız..

yazdığınızın yazıların 4 te 3 nü okurken içim kararıyor adeta.. sanki ahmet altan ya da hasan cemal in satırlarını okuyor gibi hissediyorum kendimi..

demek istediğim Türkiye ve cumhuriyet kazanımları türlü kıskacların altinda ezilme tehlikesi yaşarken sizin sürekli etnik konuları kaşımanız düşündürücü ve üzücüdür..

cumhuriyetin kurucu kadroları acaba yazılarınızı okuyupta o yazıların Atatürk'ün kurduğu gazetede yazildiğini bilseler ne düşünürlerdi acaba..

tekrar ediyorum türkiye her gecen gün camura saplanırken sizin camur banyosu yapma derdinde olmanızı iyi niyetle karşılamıyor ve kendime süreki neden 50 kuruş verip taraf gazetesi almak varken 1 lira verip cumhuriyet gazetesi aliyorum ki diye soruyorum..

Mustafa Kerem Erol

Hiç yorum yok: