27 Mayıs 2009 Çarşamba

YALANCI ÇOBAN - 27.05.2009

Öyküyü mutlaka bilirsiniz, ama yinelemenin bir zararı olmasa gerek.

Günlerden bir gün çobanın biri köyün koyunlarını otlatmak için yakındaki bir tepeye çıkar. Koyunlar otlarken o da bir ağacın altına oturup kavalını üfler. Ama bir süre sonra sıkılır, “Şu köylülere nasıl bir oyun oynasam da eğlensem,” diye düşünür, aklına bir fikir gelir. Avazı çıktığı kadar aşağıdaki köye doğru, “Yetişin koca bir kurt sürüye saldırıyor!” diye bağırmaya başlar. Çobanı duyan köylüler ne bulurlarsa ellerine geçirip oflaya puflaya tepeye tırmanırlar. Ne var ki etrafta kurt falan yoktur, söylene söylene köye geri dönerler. Çoban aynı numarayı bir kaç kez daha yineler, en sonunda da bu eğlenceden sıkılır.

O akşam köyün kahvesinde köylüleri çevresine toplayıp, “Siz ne aptal insanlarsınız,” der, “nasıl da kandınız yalanlarıma…” Ardından bir de kahkaha patlatır. Köylüler çok sinirlenirler, fakat ses çıkarmazlar. Başka bir gün sürüye gerçekten kurt saldırır. Çoban başlar bağırmaya: “Yetişin! Yetişin! Sürüye kurt saldırdı!” Bu kez kimse aldırış etmez, “Bizim çobanın yine yalancılığı tuttu,” der geçerler. Kurt, sürünün yarısını parçalar, çoban da yarım sürüyle köye geri döner. Artık kimsenin yüzüne bakacak durumda değildir, köylüler adı “yalancıya” çıkmış çobanı köyden kovarlar. Öykünün küçükken okulda söylediğimiz, sonu çok daha “dramatik” olan bir de şarkısı vardır.

“Günler geçmiş aradan/ kurt anlar mı şakadan/
Bir kocaman kurt dalmış,/ çobanı korku almış/Yalancı yalancı sana kimse inanmaz/
Yalancı yalancı sözüne kimse kanmaz/
Kurt var! Diye bağırmış,/ köy halkını çağırmış/
Fakat kimse gelmemiş,/ yalancıyı kurt yemiş.”

***

Ülkemizin koskoca Başbakan’ına “yalancı” demek haddime düşmez ama kendisini dinlediğimde nedense aklıma hep yukarıdaki öyküyle o okul şarkısı geliyor.

Başbakan, 23 mayıs günü Düzce’de yapılan AKP 3. İl Kongresinde, hükümetin Suriye sınırındaki mayınların temizlenme işini bir İsrail firmasına verme planlarını eleştirenlere esip gürledi, onları geçmişte azınlıklara karşı uygulanan “faşizan” yaptırımların takipçileri olmakla, yabancı düşmanlığı yapmakla suçladı. Ne var ki eleştirilerin nedeni iş’in verileceği firmanın milliyeti değil, iş’in karşılığı olarak, temizlenecek 178 milyon 500 bin metrekare büyüklüğündeki toprakların işletme hakkının 44 yıl için temizleyici firmaya verilmesiydi. Eleştirenler bu durumun başta İsrail’in can düşmanı olan komşumuz Suriye olmak üzere bölge ülkeleriyle Türkiye arasında yeni gerginliklere yol açacağını düşünüyorlardı. Ayrıca iş, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin önerdiği gibi NATO İkmal ve Bakım Teşkilatı NAMSA’ya da verilebilirdi, bu seçeneğin dikkate alınmaması da bir eleştiri konusuydu.

Bunlar bir yana Başbakan’ın, AKP’nin izlediği politikalara karşı çıkanları nasıl “ötekileştirdiği”, “azınlıklaştırdığı”, onları “Ya sev ya terk et!” çağrısıyla sindirmeye çalıştırdığı, “Beğenmeyen çeker gider!” dediği henüz belleklerdeydi.

Oysa Musevi yurttaşlarımızı hedef alan 1934 Trakya olayları, ağırlıklı olarak Musevi, Rum, Ermeni ve Levanten yurttaşlarımızı hedef alan 1942-1944 Varlık Vergisi uygulamaları, öncelikle Rum yurttaşlarımızı hedef alan 6/7 eylül 1955 olayları yakın tarihimizin kara lekeleriydi ve bunların kınanması gereken “faşizan nitelikte olaylar” olduğu doğru bir saptamaydı. Keşke başka bir zaman, başka bir bağlamda yapsaydı bu saptamayı.

Ama saptamayı, “Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı,” yakıştırmasının cuk oturduğu ilgisiz bir olayla ilişkili olarak yaptığından yandaş medyanın şakşakçı köşe yazarları ile sadık AKP’lilerin dışında aklı başında hiç kimse ciddiye almadı Başbakan’ın sözlerini.

Bize de o eski okul şarkısını mırıldanmak düştü.

Okur Yorumu:

Bugunku yazinizda azinliklar ve varlik vergisine deginmişsiniz. Aynı konuyu Deniz Som da yazmış. Aradaki celiskiyi aciklar misiniz?

Hakkı Altınok

Yanıtım:

Sayın Altınok,

Sanırım Deniz Som Levantenleri kastediyor, çünkü onların bir bölümünün başka ülkelerin uyruğunda (özellikle İngiliz ve İtalyan) olduğu bir gerçektir.

Fakat ben ister azınlık isterse yabancı uyruklu olsun Türkiye'de yaşayan insanların salt Müslüman/Türk olmadıkları için her türden baskı ve şiddet uygulanarak, korkutularak, ekonomik açıdan bilinçli olarak çökertilerek göçe zorlanmalarını evrensel insan haklarına aykırı faşizan/faşist bir yöntem olarak değerlendiriyorum.

Bu bağlamda yurtdışında 3,5 milyon yurttaşımızın yaşadığını, bunlardan 2,5 milyonu Türkiye Cumhuriyeti uyruğundayken, bir milyonunun bulunduğu ülkelerin uyruğuna geçtiğini, yalnızca Almanya'da yaklaşık 220 bin Türk'ün "işadamı" konumunda olduğunu anımsatmakta yarar görüyorum.

Ayrıca Cumhuriyet yazarları arasında belli konularda görüş/yorum farklılıkları olması doğaldır; bu, gazetemizin sağlıklı, demokratik bir platform olduğunu gösterir.

Dikkatiniz için teşekkür ederim.

Saygılarımla.

Deniz Kavukçuoğlu







Hiç yorum yok: