Bedenini saran kansere karşı durabilmek için gördüğü tedavi sonucu saçları dökülmüştü, başına bandana takıyordu. Başındaki bandanaya bile sataştılar utanıp arlanmadan, “hayatını din düşmanlığına adadı. Ömrünün son döneminde başörtüsü takmaya mecbur kaldı. Allah'ım sen her şeye kadirsin,” dediler. Hoca söz konusu oldu mu her türlü ahlak sınırını aşıyorlardı İslamcı basın.
Annesi İsviçre asıllıydı ya olsa olsa Hoca’dan bir Hıristiyan misyoneri olurdu. Örümceklenmiş kafaları bir insanın salt “insan” olduğu için yaşamını hiçbir kişisel çıkar beklemeksizin muhtaçlara, yoksunlara vakfedebileceğini almıyordu. Onlar Deniz Feneri gibi kaşıkla verip kepçeyle götüren, kendilerine hayırlı “hayır” kurumlarına alışmışlardı. Âlemi de kendileri gibi sanıyorlardı.
***
Hoca, 1976 yılında lepra (cüzzam) çalışmalarına başlamış, Cüzzamla Savaş Derneği ve Vakfı’nı kurmuş, 1986’da kendisine Hindistan’da “Uluslararası Gandhi Ödülü” verilmişti. 2006 yılına kadar Dünya Sağlık Örgütü’nün Lepra konusunda danışmanlığını yapan Hoca, Uluslararası Lepra Birliği’nin (ILU) kurucu üyesi ve Başkan yardımcısı, aynı zamanda da Avrupa Dermato Veneroloji Akademisi’nin ve Uluslararası Lepra Derneği’nin üyesiydi. Dermatopatoloji Laboratuvarının, Behçet Hastalığı ve Cinsel İlişkiyle Bulaşan Hastalıklar Polikliniklerinin kurulmasında yer aldı, 1981-2002 yılları arasında 21 yıl, gönüllü olarak Sağlık Bakanlığı İstanbul Lepra Hastanesi Başhekimliği’ni yaptı.
Bunlar, o İslamcı yazarların anlayabileceği şeyler değildi.
Hele 1989 yılında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni kurup da dernek yurt düzeyine hızla yayılmaya başlayınca tam anlamıyla kudurdular. ÇYDD, eğitim alanına el atmıştı, kız çocuklarına elini uzatıyor, onları okullaştırıyordu. Kız öğrencilerin sayısının artması Cumhuriyet Türkiye’sinde din devleti özlemi çeken karanlık kafaların hedefindeki “ham insan malzemesinin” eksilmesi anlamına geliyordu. Hoca ve arkadaşları saldırılardan yılmadılar. Her yıl binlerce kız öğrenciyi ışığa, aydınlığa kavuşturdular/kavuşturuyorlar.
“Er, gene kon!” savcıları da boş durmadılar, 13 Nisan 2009 günü polisler evini bastılar, makalelerini, kitaplarını alıp götürdüler. “Darbeciliğine ilişkin” delil aranıyordu Hoca’nın alçakgönüllü evinde. Polis baskını sonrasında bir tek zil takıp oynamadıkları kalmıştı çürümüş beyinlilerin. Milyonlarca insanın katıldığı Cumhuriyet mitinglerini dillerine dolamışlar, bu mitinglerle “Ümraniye bombaları” arasında ilinti kurmaya çalışıyorlar, Hoca’yı gösterip “İşte, darbe destekçisi yakalandı!” diyorlardı. Oysa ÇYDD’nin öncülüğünde düzenlenen tek miting 29 nisan 2009 tarihli Çağlayan Mitingi’ydi ve Hoca’nın o mitingde “Ne şeriat, ne darbe!” diye haykırdığını tüm dünya gibi onlar da duymuştu, fakat alçaklığı meslek edinmiş olduklarından yalan söylemeden edemiyorlardı.
***
Türkan Saylan artık yok. Ardında 20 bin umut kardeleni, 440 yayın, ulusal ve uluslararası 32 ödül ve milyonlarca seven bırakıp gitti.
Sevenleri onu görkemli bir cenaze töreniyle toprağa uğurladılar.
Üzerinden yıldızlar hiç eksik olmayacak.
Karanlık beyinli alçaklar kim bilir nasıl seviniyorlardır şimdi?
Boşuna sevinmesinler, Sevgili Hoca inançlı bir aydınlanma savaşçısı, tutarlı bir devrimciydi ve devrimciler öldükçe çoğalırlar.
Unutulmasın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder