İstanbul Valiliği ile varılan mutabakat çerçevesinde “makul sayıdaki” Türk-İş ve Hak-İş delegasyonlarından farklı olarak DİSK ve KESK’in önderliğinde geniş bir katılımla Taksim Alanına gelen emekçiler, aydınlar, gençler 1977 yılındaki 1 Mayıs kutlamalarında yaşamlarını yitiren 36 emekçi için saygı duruşunda bulunup 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü kutladılar.
Bu yılki 1 Mayıs, yasaklamaların söz konusu olmadığı durumlarda kalabalık ne kadar yoğun olursa olsun kutlamaların barışçıl bir biçimde gerçekleşeceğini göstererek gelecek yıl için umut verdi. DİSK ve KESK ve başta olmak üzere kararlı olduğu kadar coşkulu ve disiplinli davranışlarıyla 1 Mayıs’ın barış içinde gerçekleşmesine katkıda bulunan Cumhuriyet Halk Partisi’ni, Türkiye Komünist Partisi’ni, Halkın Kurtuluş Partisi’ni, Özgürlük ve Dayanışma Partisi’ni ve alanda yer alan tüm sivil toplum kuruluşlarının ve meslek örgütlerinin temsilcilerini kutlamak gerekiyor.
***
Burada, sendika kortejlerine katılarak Taksim’e çıkmaya çalışan, yolları güvenlik güçleri tarafından kesilince onlarla taşlı, sopalı, Molotof kokteylli çatışmalara giren gruplara ise bir çift söz söylemeden geçemiyoruz. Unutmamak gerekiyor ki çağımızda demokratik kazanımlar süreç içinde elde edilebiliyor. Türkiye’nin emekçileri de 1 Mayıs’ı resmen “emek günü” olarak kutlayabilmek için onlarca yıldır süren uzun soluklu savaşım vermişlerdir, hâlâ da vermekteler. Emekten, emekçiden yana olduğunu söyleyen herkesin bu savaşıma saygı göstermesi gerekmez mi? Emekçilerin hedefi şimdi, 1977 kırımından bu yana bir simge olan Taksim Alanı’nın yüz binlere açılmasını gerçekleştirmektir. Bu yılki kutlamalar bu yolda atılan önemli bir adımdır. 1 Mayıs’ın kendileri için de bir emek günü olduğunu henüz kavrayamamış olduğu görülen, bu nedenle de gereğinden fazla gerilen polisi provoke ederek onları çatışmaya çekmenin, kaldırım taşlarını sökmenin, cam çerçeve kırmanın, apartmanlarda yangın çıkarmanın bu adıma/adımlara katkı sağlayacağı düşünülebilir mi?
Bu tür kitlesel kutlamalarda polisin her zaman “doğru” davrandığı hiç kuşku yok ki söylenemez, fakat öte yandan çantalarına Molotof kokteyli doldurmuş, elleri taşlı sopalı göstericilere dünyanın hiçbir yerinde güvenlik güçleri hoşgörüyle davranmazlar.
***
Gençlik grupları 1980’den bu yana yakın tarihimizde egemen güçler tarafından uygulanan temel politikalardan birinin “depolitizasyon” olduğu gerçeğini gözden uzak tutmamalıdırlar. Başka bir dünyanın özlemini çeken, düzenin değişmesini isteyen insanların en fazla yakındıkları konuların başında 1980 sonrası gençliğinin ülkenin temel sorunlarına karşı ilgisizliği gelmektedir. Çünkü nüfusunun yüzde 70’i 35 yaşın altında olan ülkemizde geniş gençlik kitleleri düzeni değiştirme savaşımına katılacak bilinç düzeyine ulaşmadan sol siyasetlerin başarıya ulaşma şansı yok denecek kadar azdır.
Siyasetten uzaklaştırılmış gençliğin sol’a kazandırılması bu gençlerin kafalarını sağ iktidarlarca doldurulmuş kâbus senaryolarından arındırılmakla olasıdır. Bunun yolu her 1 Mayıs’ta belli gruplar tarafından yaratılan taşlı, sopalı, Molotof kokteylli, yangınlı dehşet görüntüleri değildir. Şiddet, ülke siyasetinde ağırlıklı bir rol oynamak hedefine yönelik demokrasi savaşımı veren emekçi sınıf ve kesimlerin önünde, -bilinçli olarak istenmese de-, engel oluşturmaktadır. Kendisini solcu olarak tanımlayan gençler, düzene olan öfkeleri ne kadar büyük olursa olsun, topluma örnek olacak, toplumda destek bulacak davranışlar sergilemek zorundadırlar. Sol bilinç bunu gerektirir.
Genç insan öfkesini denetim altına alabilmeli, yüzünü barışa dönmelidir. Bugün hayatın her alanında özlenen barıştır çünkü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder