Bu, hiç de azımsanacak bir sayı değil. Sayın Bakan’ın açıklamasından sonra basında “nüfusumuzun binde 1’i dinleniyor” gibi saptamalara rastlasak da bu oran pek anlamlı değil. Örneğin, 0-4 yaşları arasında 5.793.906 bebek yurttaşımız var ve bunlar henüz “gıgı, bubu, babci” gibi kendilerine özgü konuşma çağında olduklarından dinlemeciler açısından “obje” olma önemi taşımıyorlar.
Dinlemeler büyük çoğunlukla 25 ve üstü yaş gruplarına yönelik olarak gerçekleştiriliyor. 2007 yılı “adrese bağlı nüfus kayıt sistemi temelinde” hazırlanan Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 70 milyon 586 bin 256 olan toplam nüfusumuz içinde 25 yaş ve üzerindeki yurttaşlarımızın sayısı 39 milyon 546 bin 259 olarak belirtiliyor. Şimdilik devletimiz bu potansiyel hedefin “yalnızca” binde 1,77’sini dinletmeyi uygun/gerekli görmüş. Ne denilebilir ki?
***
Çevremde bir araştırma yaptım, yukarıda saydığım meslek gruplarından insanlar günde ortalama 27 dakika telefonda konuşuyorlar. Sayın Bakan’ın verdiği sayıdan ve bu ortalamadan hareket edecek olursak dinlenecek telefon görüşmelerinin günlük ortalama süresi 1 milyon 890 bin dakika tutuyor. Bunu saate çevirecek olursak 31 bin 500 saat ya da 1.312 gün yapıyor. Bir dinlemecinin günlük net mesai süresinin 8 saat olduğunu düşünecek olursak dinleme işinin düzenli ve sektirmeden yerine getirilmesi için 3.938 kişinin/dinlemecinin istihdam edilmesi gerekiyor.
Bu da azımsanacak bir sayı değil, Türkiye’de yaklaşık dört bin kişi başkalarının telefonlarını dinleyerek evine ekmek götürüyor.
Dinlemecilik ilginç bir iş olmalı, diye düşünüyorum. Öyle ya adam veya kadın günde sekiz saat olmak üzere her Allah’ın günü birilerinin konuşmalarını dinliyor. Her dinlenen söze siyasetle başlayıp sözü siyasetle sonlandıracak değil ya, kimileri futboldan, kimileri, alacak verecekten, kimileri aşktan, kimileri doktordan ilaçtan, kimileri cinsel fantezilerinden söz ediyor. Dinlemeci ister istemez başkalarının özel hayatlarına girip en gizli yanlarına tanık oluyor.
Bir kadın yakın bir dostuna eşinin kanser olduğunu söyleyip ağlarken, bir adam yakın bir arkadaşına eşinin kendisini aldattığını öğrendiğini anlatır, içini dökerken ya da yaşlı bir kadın doktoruna telefon edip yazdığı ilacı bulamadığını söylerken dinlemeci herhalde dinlediklerinden etkileniyordur. Ama sonra oturuyor dinlediklerini rapor olarak kâğıda döküyor. Eğer aynı dinlenenler bu arada “aykırı” birtakım sözler etmişlerse bunları da kayda geçiriyor, altını çizerek. İşte o zaman “vay haline” dinlenenlerin!
***
Dört bin aileye ekmek kapısı da olsa “telekulakçılık” hiç hoş bir görev değil. Neyle meşgulsün diye sorulduğunda doğru yanıtın verilemeyeceği bir işi yapıyor olmak insanda kim bilir ne derin ruhsal yaralar açıyordur? Yıllar içinde yüzlerce, binlerce kişinin gizlerine gizlice ortak olmak taşınması çok zor olan bir yük olmalıdır. Bilmem, kuşkulandıklarını dinletmek için binlerce dinletici çalıştıran devlet, görevleri sona eren dinleticilerin sırtlarında biriken ağır yüklerden kurtulmaları için rehabilitasyon önlemleri almayı düşünüyor mu?
Düşünmüyorsa bugünden tezi yok mutlaka düşünmelidir. Biz psikolog ya da psikiyatr değiliz ama yaptıkları görevin dinlemecilerde “telekulakçı sendromu” gibi davranış bozukluklarına yol açan ruhsal arızalara yol açacağını varsaymak için ille de uzman olmaya gerek yoktur.
Öyle günlerden geçiyoruz ki Tanrı hepimizi; dinlenenleri dinlemecilerinden, dinlemecileri arızalı sonlarından, tüm toplumu kendisini yönetenlerden korusun!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder