11 Kasım 2008 Salı

YAZIK DEĞİL Mİ ONCA EMEĞE?

Pencere’de İlhan Abi “takiyyeci… takiyyeci…” dedikçe bunlar hop oturuyor, hop kalkıyorlar ama dişlerini gıcırdatmaktan başka bir şey de gelmiyordu ellerinden. Siyasal İslamcı Recep Tayyip Erdoğan’dan bir “demokrat” yaratmak için kollarını sıvamışlardı, bu yolda ballı börekli yazılar döktürüyorlar, karşılığında da Başbakan’ın uçağında, dizinin dibinde gazetecilik yapmak gibi bir “mazhariyet”e erişiyorlardı. Ortak özellikleri “liberalizm”e gönül vermiş olmalarıydı; kişiliklerinde liberalizmin tüm renkleri temsil ediliyordu. Kimi “sol liberal”, kimi “liberal demokrat , kimi “muhafazakâr liberal” kimi de “Müslüman liberal”di.

Yazıyorlar, çiziyorlar, televizyon ekranlarında boy gösterip yorumlar yapıyorlardı, fakat olmayınca olmuyordu. Onca yıl uğraştan sonra nihayet boşa kürek çektiklerini anlamışlardı; derin bir hayal kırıklığı yaşıyorlardı.

Bir isyan patlaması kaçınılmazdı ve o kaçınılmaz patlama “Müslüman liberalizmin” gözde kalemlerinden Fehmi Koru’dan gelecekti. Koru, Recep Tayyip Erdoğan’ı ilkin Obama iken, sonra giderek Bush’laşan bir hilkat garibesine benzetmişti. Başbakan da doğal ki bu benzetmenin altında kalmamış, Yeni Şafak yazarına “Sevsinler seni!” diyerek tepkisini ortaya koymuştu.

Fehmi Koru’yu kimler sevecekti? Bunu bilemiyoruz, ayrıca sorunun yanıtı bizi pek ilgilendirmediğinden üzerinde durmuyoruz.

***

İsyan eden yalnızca Fehmi Koru değildi. Star Gazetesi başyazarı Mehmet Altan ondan çok daha önce, ta şubat ayında Başbakan’la itişip kakışmaya başlamıştı. Bir televizyon programında, “Türkiye'de 12 milyon kişi günlük 1 dolarla yaşıyor. 600 bin kişi aç yatıyor. Türbandan acil sorunlar var,” deyince, 13 şubat günü Başbakan tarafından azarlanmıştı. Olay Mehmet Altan’ın abisi Ahmet Altan’ı öfkelendirmiş, “İsyan Günlerinde Aşk”ın yazarı, 17 şubat tarihli Taraf’ta, "Sen önce Şemdinli'yi bir aydınlat, Dink'in katillerini bir bul da… Birisini 'azarlamanın' senin haddin olup olmadığını sonra konuşalım" diyerek Başbakan’a meydan okumuştu.

Bu arada “muhafazakâr liberal” Nazlı Ilıcak araya girmiş, 20 şubat tarihli Sabah’ta, "Gelin liberaller ve muhafazakârlar barışın! Ne muhafazakâr kesim, başörtüsü bildirisine imza atmadığı için, 'özgürlük anlayışı türbana kadarmış' diye Mehmet Altan'ı suçlasın, ne de Mehmet Altan, 'özgürlüklerin sınırını siyasal iktidarın işaretiyle belirleyen kurşun askerler' diye muhafazakâr kesime çatsın," önerisiyle tarafları yumuşatmıştı.

Hasan Cemal’in de yüreği soğumuştu Başbakan’a karşı. Ve Erdoğan'ın son olarak 'pompalı tüfek kullanan vatandaşı' mazur gösteren, "Ya sev ya terk et!" diyen son konuşmaları hakikaten çok vahimdir. Hukuksuzluğu çağrıştıran, neredeyse Neo-Nazilere taş çıkartan bu söylemle, yazın bir kenara, ne demokrasi bağdaşır, ne de hukuk...”
7 kasım tarihli Milliyet’te yer alan bu satırlar yenir yutulur türden değildi.

Recep Tayyip Erdoğan’dan bir “demokrat” yaratmak yolunda kötümserleşen kalemlerden biri de Cengiz Çandar’dı. Radikal’de yayımlanan dünkü yazısında, Başbakan’a ilişkin olarak, Obama’ya mı Bush’a mı benzeyeceğinden ziyade, Turgut Özal’a mı yoksa Necmettin Erbakan’a mı dönüşeceğini yarım yıl-bir yıl içinde görüp anlayacağız,” derken kafasındaki kuşkuları yansıtıyordu.

***

Biliyorum, beni çok nahif bulacaksanız, ama ne yapayım, her türden liberal bu meslektaşlarımın boşa giden emeklerine üzülüyorum. Yazık değil mi onca emeğe? Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmakla müseccel bir partinin liderinden bir “demokrat” yaratmak çabası tipik bir “bile bile lades” durumu da olsa üzülüyor insan.

Allah bunlara çokça sabır, biraz da akıl fikir versin, başka ne diyebilirim ki?


Hiç yorum yok: