Şu sıralar Başbakan kendisini onca zamandır var güçleriyle desteklemiş olan köşe yazarları, TV yorumcuları ve gazeteciler tarafından topa tutuluyor. O ise bunun nedenleri üzerinde düşüneceği yerde öfkeleniyor, öfkesini gemleyemeyip büsbütün hırçınlaşıyor. Kendisini yalnızlığa sürükleyen bir kısırdöngü içinde Başbakan; ne var ki bu kısırdöngüden kurtulmak için hiçbir çaba göstermiyor.
Yaklaşan yerel seçimler öncesinde “hiç kimse tarafından anlaşılamayan yalnız adamı” mı oynayacak? Bundan mı medet umuyor? Bildiğimiz, yalnızlığın yeryüzünde bugüne kadar hiçbir siyaset adamına hayır getirmediğidir. Tarih, yalnızlaşmış siyasetçilerin acılı, hüzünlü, istenmeyen sonlarının örnekleriyle doludur.
İktidarının ikinci yılından itibaren Başbakanın yakın çevresi ya davranışlarında pay sahibi olmamak için ondan uzaklaşmış ya da onun tarafından uzaklaştırılmıştır. Onlar çoğunlukla milletvekilleri ile danışmanları idi; sıra şimdi kendisine yakın yazılı ve görsel basın mensuplarına gelmiştir.
Bu hayırlı bir gidiş değildir. Eleştiriye katlanamamak, önerilere kulak asmamak, paylaşımcılığı yadsımak, hep bildiğini okumak tüm siyasetçiler için geçerli tehlikeli bir yaklaşımdır.
***
Siyasetçinin yalnızlığı kendisini benzersiz hissetmesi, hiç kimseyi kendisine layık olacak kadar iyi, akıllı, bilgili görmemesi durumunda belirginleşir. En iyi bilen odur, en akıllı, en bilgili olan odur, öyleyse onun kadar iyi, akıllı, bilgili olmayanlar adına konuşacak, onları yönetecek olan da o olacaktır.
Bu duygulardan kaynaklanan bir yalnızlığa kendini mahkûm etmiş olan siyasetçi, yokuş aşağı inerken frenleri boşalmış yüklü bir kamyon gibidir, hem kendisi hem çevresi hem yönettiği ülke ve toplum için tehlike oluşturur.
Hayatta karşılaşılan olaylara verilen tepkiler bireyden bireye, topluma, kültüre, sosyal statüye, kişinin içinde olduğu zaman dilimine bağlı olarak göreceli olarak değişebilir; bir olay karşısında, kişinin o olaya yüklediği anlam, kişiden kişiye farklıdır.
Herhangi bir insan kendi yaşam dilimleri içinde karşılaştığı olaylara ilişkin olarak yalnızlığı yeğleyip üzüntülerini, hüzünlerini, endişelerini ya da bunların karşıtı olan sevinç, neşe, coşku gibi duygularını içsel dünyasına gömebilir. Veya söz ve davranışlarıyla bu duygularını dışa yansıtabilir; herhangi bir insan için bu doğaldır, yadırganmaz.
Fakat sorumlulukları bireysel hayatlarıyla sınırlı olan insanların tersine başbakanlık gibi önemli ve devredemeyeceği, paylaşamayacağı siyasal sorumluluklar yüklenmiş bir insanda durum farklıdır. Sorumluluk sahibi insanın yalnızlığıyla birlikte çevresinde oluşan boşluğu doldurmaya aday birileri mutlaka ortaya çıkacaktır. Tarihe dönüp baktığımızda birçok siyasetçinin, devlet adamının kötü sonlarını genellikle o “yeni birileri”nin yönlendirmeleri getirmiştir.
Ne var ki o kötü sonların acılarını çoğu zaman onunla birlikte toplum da çeker.
***
Recep Tayyip Erdoğan karakterindeki bir siyaset adamının en yalnız olduğu anlar kendisini alkışlayan kalabalıklar karşısında olduğu zamandadır. Çünkü kalabalıklar ondaki benzersiz olduğuna, hiç kimsenin ona layık olacak kadar iyi, akıllı, bilgili olmadığına ilişkin duygularını kamçılar. Yalnızlık kısırdöngüsü içindeki siyasetçi kalabalıklar karşısında bir duygu boşalması yaşar, duyguları diline yansır. Öyle anlarda sözlerini denetleyemez, beyninde sakladığı, içinde bastırdığı duyguları sözcüklere dönüşüp ağzından istenç dışı dökülür.
Bu boşalma sürecine aykırı tutum sergileyenlerse, -birçok örneğine tanık olduğumuz gibi-, azarlanır, kovulur, uzaklaştırılırlar.
Başbakan bir yalnızlaşma kısırdöngüsündedir. Bu durum herkes tarafından görülüyor, izleniyorsa da bir not da biz düşelim dedik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder