10 Eylül 2008 Çarşamba

GÖZLEMLER - 10.09.2008

Bu köşede birkaç kez Anadolu kapitalizminin, kapitalist üstyapısını oluşturacağı yerde var olan feodal üstyapıyı din temelinde yeniden ürettiğine, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin de bu sürecin siyasal/ideolojik gücü olduğuna ve bunun kaçınılmaz olarak metropol kapitalizmiyle bir çatışmaya yol açacağına değinmiştim.

Son günlerde patlak veren Tayyip Erdoğan-Aydın Doğan kavgası, feodal üstyapılı ‘dinci’ Anadolu sermayesinin sözcüsü AKP ile ‘laik’ metropol kapitalizmi arasında beklenen çatışmanın, Rahmi Koç’un, “Ben işyerlerimde sakallı bıyıklı adam çalıştırmam!” sözleri üzerine Koç Grubu’yla çıkan tartışmadan sonra yükselen ilk sestir. Kavganın nedeni AKP tarafından her ne kadar ‘Hilton arazisi’ olarak gösterilmeye çalışılsa da (buradaki doğruluk payı ayrıca tartışılmalıdır) esas neden Ceyhan’daki rafineri inşaatıdır. Doğan Grubu burada bir rafineri yapmaya talip olmuş, fakat bu talep, o bölgede rafineri sözünün daha önce AKP’ye, özellikle de Tayyip Erdoğan’a yakın Çalık Grubu’na verildiği gerekçesiyle reddedilmiştir. Bu, Anadolu ve metropol sermayelerinin aralarındaki çıkar çelişkilerine somut bir örnektir.
Anadolu sermayesi, AKP’nin de desteği ile gücünü arttırdıkça bu çıkar çelişkilerinin daha da keskinleşeceği, dolayısıyla bu tür çatışmaların da büyüyüp yaygınlaşacağı kesindir.

Bu çatışmanın bir yanı da Anadolu sermayesinin eline geçen metropol medyasının taşralaşması olarak kamuoyuna yansımaktadır. Daha bir süre öncesine kadar kapitalizmi modernleşmenin motoru olarak gören birçok köşe yazarı ve televizyon yorumcusu bugün ‘liberalizm’ adına köylülüğün/taşralılığın 2008 yılı Türkiye versiyonu olan ‘altı kaval üstü şişhane’ yeniden üretilmiş feodal üstyapılı Anadolu kapitalizmini ‘modernleşme’ olarak tanımlamaktadır. Kimileri de bu tanımlamayı eski solculuklarının ardına sığınarak ‘Marksist’ kavramlarla açıklamaya çalışmakta ve düştükleri bu zavallı durumdan en ufak bir hicap duymamaktadırlar.

Kişi, uzun süre savunduğu düşüncelerinden, inançlarından, dünya görüşünden vazgeçebilir, hatta eskiden savunduğu düşüncelerini, inançlarını, dünya görüşünü kamuoyu önünde açıkça eleştirebilir. Bu doğal karşılanmalıdır, çünkü o kişinin eskiyi terk etmesinin nedeni eleştirilerinde öne sürdüğü öznel gerekçeleridir. Bu tür vazgeçişler kimseye ayıplama, suçlama hakkı vermez.
Ayıplanması gereken, kişinin, yeni düşünsel hayatında karşılaştığı olay ve olgular üzerinde fikir yürütürken, eleştiriler yaparken, çeşitli gerekçeler ileri sürerek eleştirip vazgeçtiği ‘eski’ düşüncelerini, inançlarını, dünya görüşünü hâlâ araç olarak kullanmasıdır. Soldan dönme liberallerin sıkça yaptıkları budur.

Önce Dişli’ sonra da ‘Deniz Feneri’ olayı Başbakan’ın sinirlerini iyice bozmuştur. Mızrağı çuvala sığdıramamanın çaresizliğiyle esip gürlemektedir. Bir Başbakan’ın büyük bir medya grubunu karşısına alıp tüm yorumcularını, yazarlarını, habercilerini ‘patronunun sesi’, ‘patronunun kalemi’ olarak ilan etmesi, küçültmesi demokrasimizin tüm ucubeliğine karşın benzerine daha önce rastlanmamış bir durumdur. Ne var ki yukarıda değindiğimiz temel çatışma giderek daha da derinleştiğinde bu gibi durumlar da olağanlaşacaktır.

Son günlerde AKP yandaşı görsel ve yazılı basındaki ‘liberal’ yorumcuları, yazarları gözlemliyorum. Onlar için ne ‘Dişli’ ne de ‘Deniz Feneri’ diye bir olay var; başka bir ülkede yaşıyorlar sanki. AKP’nin başı meslektaşlarına saldırıyor, yüzlerce yorumcuyu, gazeteciyi, yazarı, haberciyi bir çırpıda aşağılıyor, bunların ağzından tek sözcük çıkmıyor, çıkamıyor.

Bir de Doğan Grubu medyasında köşe kapmış ‘AKP muhipleri’ var ki onların durumu gerçekten hazin. Aşağı tükürseler sakal, yukarı tükürseler bıyık, ‘patron kalemşörlüğü’nü susarak sineye çekiyorlar.
İnsan bunlara acısın mı, acımasın mı bilemiyor.

Hiç yorum yok: