23 Eylül 2008 Salı

GÜNAYDIN! - 24.09.2008

Geçen cumartesi günkü Radikal’in manşeti ve altındaki fotoğraf ürkünçtü. Sayfayı hazırlayanlar ‘Faşizmin ayak sesleri’ manşetinin altına 10 mayıs 1933 gecesi Berlin Opera Meydanı’nda Naziler tarafından düzenlenen ‘kitap yakma ayininden’ bir ânı gösteren büyük bir fotoğraf koymuşlardı. Sonradan Alman sosyalizminin önderlerinden August Bebel’in adı verilen alanda o gece binlerce nasyonal-sosyalistin ‘zafer haykırışları’ eşliğinde Karl Marx, Friedrich Engels, Sigmund Freud, Kurt Tucholsky, Erich Kaestner, Heinrich Heine, Erich Maria Remarque gibi 94 düşünür, bilim adamı, yazar ve şairin kitapları yakılmış, bu faşist ayin radyo tarafından naklen yayınlanmıştı.

Radikal’in manşeti ve o çarpıcı fotoğraf Başbakan’ın Doğan Grubu medyasına karşı başlattığı boykot kampanyasına karşı bir tepkidir. Doğan Grubu’nun, daha düne kadar AKP’yi ve liderini Türkiye’nin demokratikleşmesi yolunda bir ‘umut’ olarak gören/gösteren AKP savunmanı ‘demokrat’, ‘liberal’ yazarlarının da oklar kendi gazetelerine, televizyonlarına yönelince düşüncelerini değiştirmek zorunda kaldıkları görülüyor.

Ancak sıra kendisine geldiğinde tehlikenin ‘tehlike’, yanlışın ‘yanlış’ olduğunun farkına varmak, -daha da vahimi-, farkına varmak zorunda kalmak ne yazık ki bizim liberallerimize özgü bir eksikliktir.

Yine 1933 yılı Almanya’sının kitap yakma ayinlerine dönelim. Birçok üniversite kentinde çok sayıda ‘bilim insanı’nın o yüz kızartıcı ayinlere sırtında cüppesiyle katılıp destek verdiğini biliyoruz. Berlin’de felsefeci Alfred Baeumler, Bonn’da dilbilimciler Hans Naumann ve Friedrich Naumann, Göttingen’de Gerhard Fricke, Dresden’de Will Fricke gibi. Bu ‘bilim adamları’nın bir bölümü ayinlerin düzenlendiği alanlara tezek kağnılarıyla taşınarak aşağılanan ve tezek yabalarıyla ateşe atılan kitapların yazarlarıyla arkadaştı. Ne var ki ihtiraslarının tatminini iktidarı desteklemekte görmeleri onları salt gerçeklerden değil insani değerlerden de uzaklaştırmıştı.

İlerleyen yıllarda bizzat kendileri, görmek istemedikleri gerçeklerle yüz yüze geldiklerinde ise geri dönüş koşulları çoktan ortadan kalkmıştı. Tarihe, ‘bilim dünyasının alçakları’ olarak geçtiler.

İstedikleri bu muydu? Sanmıyorum, fakat bazen ihtiraslar insanları arzu etmedikleri, pişman oldukları sonlara götürüyor.

Medyada hiç de azımsanmayacak sayıda yazar/yorumcu tanık oldukları bunca olumsuz gelişmeye karşın hâlâ, hedefleri İslami siyasal/ideolojik zeminden kaynaklanan bir partinin Türkiye’yi demokratikleştirebileceğini, insanlarını özgürleştirebileceğini, ülkeyi çağdaş uygarlık düzeyine yükseltebileceğini düşünüyor, düşünebiliyor.

Oysa İslam, toplumun ve bireylerin hayatlarının her alanına kurallar getiren, tartışılamazlığı, dokunulamazlığı, değiştirilemezliği müminler tarafından kabul edilen bir inanç, bir dünya görüşü, bir dogmadır.

Bir dogmanın demokrasiyle, bireysel özgürlüklerle bağdaşabilir bir yanı olabilir mi?

Nasıl ki ‘demokratik İslam’ ya da ‘özgürlükçü İslam’ diye bir kavram yoksa, olamıyorsa, ‘ılımsızı’, ‘ılımlısı’ da yoktur, olamaz.

Dolayısıyla İslam’ı evrensel demokrasiyle, evrensel hak ve özgürlüklerle ilişkilendirmek boş bir çabadır, son çözümlemede bir aldatmacadır.

‘Liberal’ yazarlar, yorumcular ağız birliği etmişlercesine şimdi Başbakan’ı basın özgürlüğünden hareketle kıyasıya eleştiriyorlar, altı yıldır alanlarda hak arayan emekçilere uygulanan şiddetin, bireysel özgürlüklere getirilen yasakların yeni farkına varmışlarcasına… Şimdi Allah’tan Başbakan’a akıl fikir vermesini diliyorlar.

Günaydın!






Fotoğraflar:Üstten alta: Hitler Almanya'sında bir kitap yakma ayini; Ayinin mimarlarından Joseph Goebbels; İran'da içki imha operasyonu; Kitap gibi alkol de yanar; Türkiye'de bir cami çıkışında asabi Müslümanlar; Cumhuryet mitinglerinden bir görüntü












Hiç yorum yok: