Oysa onlar için ilginç olan bu konu, çoğumuzun çocukluğundan itibaren çeşitli vesilelerle terlik, ayakkabı ve de postal biçiminde birer şiddet aracı olarak yaşamına girdiğinden toplumumuz açısından görece bir önem taşımaktadır.
Sokak aralarında dolaşırken kim bilir kaç annenin elinde terlik haylaz çocuğunu kovaladığına tanık olmuşuzdur. Ya da bir evin önünden geçerken açık pencerelerinden birinden dışarıya bir terlik uçtuğunu gördüğümüzde yönünü şaşırmış o terliğin kim bilir kime fırlatıldığını düşünmüşüzdür. Veya bir ayağında ayakkabısı, öbür ayağı çoraplı bir adamın 10-15 metre uzaklıktaki bir delikanlının arkasından ayakkabı fırlattığını görüp, “Oğlan kim bilir ne halt etti de babasının tepesini attırdı?” sorusunu yöneltmişizdir kendimize.
Çocukluk ve gençlik acılarımızı tazelememek için kaba etlerimize yediğimiz terlik şaplaklarından da, daha sonraki yaşlarımızda aynı yerlerimizde izleri kalan asker/polis postallarından da söz etmek istemiyorum.
***
Bilmem anımsayanlarınız var mı, dünya radyoları 29 eylül 1960 günü Sovyetler Birliği Başbakanı Nikita Krusçov’un Birleşmiş Milletler 15. Genel Kurul Toplantısı’nda yaptığı konuşması sırasında çok sinirlendiğini, ayağından çıkardığı ayakkabısını öfkeyle önündeki sıraya birkaç kez vurup delegelerin dikkatini üzerinde topladığını flaş haber olarak duyurmuşlardı.
Belleğim beni yanıltmıyorsa konu, Türkiye’den havalanan ABD’ye ait bir Lockheed U2 casus uçağının 1 mayıs 1960 günü bir Sovyet SAM 2 füzesiyle vurularak pilotu Gary Powers’in tutsak alınmasıydı. Sovyetler Birliği, ABD’nin uzunca bir zamandır süregelen hava casusluklarından rahatsızdı, öyle ki anlatırken Krusçov kendini kaybetmiş, ayakkabısına sarılmıştı.
Bir yıl sonra ünlü ABD’li yönetmen Billy Wilder’in “One, Two, Three (Bir, İki, Üç)” adlı filmine de konu olan bu protesto, “ayakkabı”yı uluslararası platformda hem araçlaştıran hem de simgeleştiren ilk olay olarak tarihe geçti.
İzleyen günlerde “hür dünya basını” bu olayı diline dolamış, ayakkabıyla sıra dövmeyi “diplomatik nezaket” ile bağdaşmayan bir davranış olarak eleştirmişti.
Bense bu olayı hem çok eğlenceli bulmuş, hem de Krusçov’un o hareketinin ABD’nin casusluk faaliyetlerinin ayrıntılarıyla duyulmasında yararı olduğunu düşünmüştüm.
Şimdiyse dünya, Bush’un Irak Başbakanı Nuri el Maliki ile birlikte Bağdat’ta yaptığı basın toplantısı sırasında, tam da “Görev kolay değildi ama Amerikan güvenliği, Iraklıların hayalleri ve dünyada barış için gerekliydi” dediği anda kafasına fırlatılan ayakkabıları konuşuyor.
“Bu benden sana veda öpücüğü, köpek!” diye bağırarak ayakkabıları fırlatan El Bağdadi Televizyonu habercisi Muntasar El Zeydi ise artık bir kahramandır; yalnızca Irak’ta değil, dünyanın dört bir yanında.
Kimsenin aklına bu haberciyi ayıplamak, eleştirmek gelmiyor; tam tersine dünyanın dört köşesinde insanlar onun bu girişimini kutluyorlar. Neden?
Çünkü Bush, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük palyaçosu kabul edilen İngiliz Joseph Grimaldi’ye (18.12.1778-31.05.1837) taş çıkartan ölçüde bir soytarıydı, ama ne var ki Grimaldi palyaçoluğu bir mim sanatçısı olarak yaparken, Bush soytarılık yeteneğini siyasette bir araç olarak kullanan bir oportünist, dünyayı olmayan kimyasal silahlarla kandırmış bir süper-sahtekârdı. Yalanlar üzerine kurduğu stratejisiyle Irak’ta bir buçuk milyon canın yitmesine neden olmuş aşağılık bir katildi.
Muntazar El Zeydi ise konu vatansa gerisi teferruattır söylemini eylemiyle vurgulayan isyankâr bir yurtsever olarak tarihe geçti. Elleri dert görmesin!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder