Fakat yine de yazdıklarında, anlattıklarında direniyorlar, beyaz kâğıtlara yansıttıklarına, ağızlarından dökülenlere inanmak istiyorlardı. İnandırıcı olmak için önce kendilerinin inanması gerekiyordu çünkü. Yoksa patron yazarlığı, holding akademisyenliği nasıl yapılabilirdi ki?
Amerikan yatırım bankalarının en irilerinin birbiri ardınca çöküşü ve bu çöküşlerin yol açtığı felaketler karşısında dilleri tutuldu. Bugünlere kadar serbest pazar ekonomisine devlet müdahalesine tiksintiyle bakan gözleri birden faltaşı gibi açılıverdi, ABD Merkez Bankası’nın başka bankalar da batmasın diye bankacılık sistemine 700 milyar dolar pompalamasını büyük umutlarla karşıladılar.
Ardından Avrupa finans kapitali alarm sinyalleri verdi; borsalar düşüşe geçmiş, dolar yükselmeye, altın tavan yapmaya başlamıştı. Yalnız ABD’de, Avrupa’da değil küresel kapitalizmin tuzağına düşmüş tüm ülkelerde panik baş göstermişti. Serbest pazar şampiyonları kuyrukları bacaklarının arasına sıkışmış, dilleri dışarıda belediye itlaf ekibi görmüş sokak köpekleri gibi ‘devlet’e koşuyorlar, salya sümük “Kurtar bizi baba!” diye ağlaşıyorlardı.
Sarsılanlar yalnızca yatırım bankaları değildi, mevduat bankaları da krizden nasiplerini almışlardı. Söz konusu para, mal, mülk olunca mevduat sahiplerinin en aptallarının bile gözleri açılmış, paralarını o çok reklamları yapılan süslü bankalardan daha güvenli gördüklerine transfer etmeye başlamışlardı. Aynı durum Avrupa ölçeğinde de geçerliydi, paralar devlet güvencesi 20 bin Avroluk yasal limitte olan ülkelerden bankalarının güvence limiti daha yüksek olan ülkelere kayıyordu.
Kimi devletler İzlanda gibi, Pakistan gibi iflasın eşiğine gelmişlerdi.
Kısacası küresel kapitalizm yaşanan krizle birlikte delik deşik olmuştu, güvenilirliğini hızla yitiriyordu.
Karl Marx’ın, “kapitalizmin eşitsiz/dengesiz gelişmesinin yıkımını da beraberinde getireceği”ne ilişkin kuramının haklılığı bir kez daha kanıtlanmıştı.
Krizin başlıca nedenlerinden birinin küresel likidite darlığı olduğu biliniyordu. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda işlem gören kâğıtların yüzde 72’si, bankalarımızın da yüzde 50’si yabancılarda olunca ekonomimizin küresel krizin dışında kalması mümkün değildi.
Önümüzdeki haftalardan itibaren reel sektörün dış kredi bulmada zorlanacağına, toplam hacmi 172 milyar doları aşan ve önemli bir bölümü kısa vadeli olan dış borçlarını ödemekte/döndürmekte büyük güçlüklerle karşılaşacağına tanık olacağız.
Bu güçlükler çeşitli sanayi kollarında üretime ara verme, toplu işçi çıkartma, ücret ve maaşlarda indirime gitme gibi önlemleri beraberinde getirecektir. İşsizliğin yaygınlaşacağı, hayat pahalılığı artarken ücret ve maaşların yerinde sayacağı bir ortamda küçük ve orta ölçekli işletmeler krizin etkilerini bire bir hissedecekler, tüketim hacmindeki daralma binlerce işyerinin kapanmasına yol açacaktır.
Milyonlarca insanın boyunu aşan kredi kartı borçlarını nasıl kapatacağı da büyük bir sorun olarak karşımıza çıkacaktır.
Bu öngörüler birçok aklı başında ekonomist tarafından yazılıp söyleniyor, ne var ki pek okunmuyor, dinlenmiyor. Sözü dinlenenler son dönemde televizyon kanallarında mantar gibi türeyen saçları jöleli, “çok bilir gözüken” yeni yetme “happy yuppie” tipler; ama bakıyorum, şu sıralar yüzlerinden düşen bin parça, anlaşılmadık bir şeyler geveliyorlar, bir türlü “Güvendiğimiz Amerikan dağlarına kar yağdı, çuvalladık!” diyemiyorlar.
O zaman da “Ne olacak bu kapitalizmin hali?” diye sormak biz, sosyalist dinozorlara kalıyor.
Hay Allah!
2 yorum:
Deniz bey;
"Kurtar bizi baba" diyenlere 'dünyada bir hayalet dolaşıyor' demek istiyorum...
Baudrillard "Geldi de haberimiz yok" diyordu 'Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm' adlı eserinde...
Dünyada bir hayalet dolaşıyor...
VÇVÇ
DEğişim geçirip yeni dünyaya bir daha ayak uyduracak, her zaman adı kapitalizm olan ama hep karma olan içerik böyle devam edecek; çünkü liberalizm çok dinamik bir yapı sunmakta ve çok hareketli çeşitli organik yapıdadır. Dünya yepyeni zorluklara ve değişime hazır olmalıdır!..
Yorum Gönder