Türk Silahlı Kuvvetleri içinde bilinen ilk darbe örgütlenmesi, iktidardaki Demokrat Parti’nin gücünün doruk noktasına ulaştığı 1954 yılında İstanbul’da Dündar Seyhan ve Orhan Kabibay’ın girişimiyle gerçekleşmişti. İkisi de Topçu Yüzbaşısı olan bu genç subaylara daha sonra Faruk Güventürk, Necati Ünsalan, Ahmet Yıldız, Suphi Gürsoytrak, Orhan Erkanlı gibi başka genç subaylar katıldılar. Aynı dönemde Ankara’da da başını Kurmay Albaylar Talat Aydemir ve Sadi Koçaş ile Adnan Çelikoğlu, Sezai Okan ve Osman Köksal’ın başını çektiği bir grup subay tarafından bir komite daha kurulmuş ve 1957 yılında iki komite birleşmişti.
Düşünülen darbe için 1958 şubat ayı öngörülmüş, fakat komite üyelerinden Kurmay Binbaşı Samet Kuşçu’nun ihbarı üzerine Em. Kurmay Albay Cemal Yıldırım, Kurmay Albaylar Naci Aşkun ve İlhami Barut, Topçu Yarbay Faruk Güventürk, Piyade Binbaşılar Ata Tan ve Ahmet Dalkılıç, Piyade Yüzbaşılar Kazım Özfırat ve Hasan Sabuncu ile Samet Kuşçu’nun kendisi tutuklanmıştı. Yargılama sonunda 8 subay aklanırken Samet Kuşçu ‘iftira’ suçundan 2 yıl hapse mahkûm olmuştu. Davanın ardından Sadi Koçaş Londra'ya, Dündar Seyhan Washington'a, Talat Aydemir ise Kore'ye gönderilerek Türkiye’den uzaklaştırıldılar. Osman Köksal ise nedendir bilinmez Muhafız Alay Komutanlığı'na atandı. Cuntanın önderliği ise kıdemli olmasından dolayı Albay Alparslan Türkeş'e kaldı.
Darbe edebiyatımıza ‘9 Subay Olayı’ olarak geçen bu örgütlenme, 1950’li yıllarda Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bir kesimin parlamenter demokrasiyi içselleştiremediğini, aynı zamanda da Demokrat Partili politikacıların basiretsizliğini göstermesi bakımından önemlidir.
Ankara ve İstanbul komitelerinin birleşmesi 1957 yazında, Üsküdar'da, bir zamanlar Mahmut Şevket Paşa'nın da oturduğu bir evde, silah üzerine yemin ederek gerçekleşmişti. Birleşme toplantısında Dündar Seyhan bir konuşma yaparak amaçlarını açıkladı.
“Orduda ıslahat yapacağız diyoruz. Bunun için çalışıyoruz, hazırlanıyoruz. Ama dava ordudaki ıslahatla halledilemez. Memleketi ıslah etmek, kurtarmak lazım. Politikacıların tutumu ortada. Onların bir şey yapacağı yok. Bu bakımdan yakında hükümeti bertaraf etmemiz bahis konusu olabilir. Hazırlıklarımızı bir ihtilale göre geliştirmeliyiz. Bunun için gerekirse kan dökmekten çekinmemeliyiz. Kan dökülecekse dökülür, başka çare yoksa hem de çok dökülür...” (Abdi İpekçi, Ömer Sami Coşkun, İhtilalin İçyüzü, s. 40)
Darbecilerin sert mizaçlarının yanı sıra nahif bir yanları da vardı. 1957 genel seçimlerinden bir süre sonra cuntanın önemli üyelerinden ve ‘fevri’ bir yapıya sahip olan Kur. Alb. Faruk Güventürk, Milli Savunma Bakanı Şem’i Ergin ile bir görüşme yapmış, darbe hazırlıklarından söz ederek bir lidere ihtiyaçları olduğunu, kendisine darbe girişiminin başına geçmesini istemişti. Şem’i Ergin, ‘basit bir kasaba avukatı olduğunu’ ve ‘bu işin çapını aşacağını’ söyleyerek Güventürk’ün önerisini geri çevirdi. Milli Savunma Bakanı’nın ait olduğu hükümete karşı planlanan bir darbeden haberdar olmasına karşın bunu neden kendine sakladığı bugüne kadar bir muamma olarak kalmıştır.
Yukarıda adı geçen subayların önemli bir bölümü daha sonraki yıllardaki darbe ve darbe girişimlerinde etkin roller üstlendiler. Bir bölümü (Suphi Gürsoytrak, Osman Köksal, Sezai Okan, Ahmet Yıldız) 27 Mayıs 1960 Darbesi’nden sonra kurulan Milli Birlik Komitesi’nde görev aldı; bir bölümü ise Milli Birlik Komitesi’ndeki görevlerinden uzaklaştırılarak yurtdışına gönderildi (Alpaslan Türkeş, Orhan Kabibay, Orhan Erkanlı).
Talat Aydemir 22 şubat 1962 ve 21 mayıs 1963 tarihlerinde başarısız iki ayaklanma girişiminde bulundu ve ikinci girişiminden sonra yargılanıp ölüm cezasına çarptırıldı.
Em. Albay Sadi Koçaş, 12 Mart 1971 Muhtırası’ndan sonra 25 mart 1971 tarihinde Nihat Erim’in başbakanlığında kurulan faşizan hükümette Başbakan Yardımcılığı görevini üstlendi.
Özetle söylemek gerekirse Türkiye’de parlamenter demokrasinin omurgası 1950’li yılların ortalarında kırılmaya başlamıştır.
Fotoğraflar: Faruk Güventürk, Alparslan Türkeş, Talat Aydemir (solda)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder