Hangi gazeteydi, anımsamıyorum, ama ‘Mart 2002’ diye not almışım, Fikri Sağlar, Susurluk Komisyonu’nun çalışmalarına ilişkin olarak basına bir açıklama yapmıştı.
"Biz komisyonda çok ciddi bir çalışma yaptık. 57 kişi gelip bilgilerini aktardılar. Üç kişi gelmedi. Bunlardan biri emekli, diğeri o zaman görevde olan paşaydı. Bu kişiler en önemli bilgileri taşıyan insanlardı. Bunların sonrasında verilen bilgiler ışığında sonuca doğru gitmede bilgilerine başvuracağımız ve belki de kilidi çözecek olan bir karar almıştık. Tansu Çiller, Özer Çiller, Ö. Lütfü Topal'ın çocukları, muhasebecisi ile Veli Küçük olmak üzere ve Güneydoğu'da anlatılan eylemleri yerinde görebilmek, mağdurlarla ilişki kurabilmek adına bir çalışma kararı alınmıştı. Dönemin Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller bu karar doğrultusunda Refahyol hükümetini bozmaya kararlı olduğunu söyleyerek, adeta bir şantaj çerçevesinde Erbakan'a baskı yaptı. Bu baskı neticesindedir ki komisyonun o zamanki RP ve DYP'li üyeleri ki çoğunluğu oluşturuyorlardı, aldıkları talimat doğrultusunda tekriri müzakere isteyerek, bu biraz evvel saydığım isimlerin gelmesini engellediler. Her şey tamamlanmıştır, raporu yazma noktasına gelinmiştir diye karar aldırdılar. O yüzden bizler muhalefet şerhi koyduk."
Bu açıklama o zaman çok ilgimi çekmişti, şimdi de çekiyor.
Bu açıklama o zaman çok ilgimi çekmişti, şimdi de çekiyor.
Açıklama yalnızca yukarıdaki sözlerle sınırlı değildi; generallerin komisyona bilgi vermesi durumunda birçok karanlık olayın açığa çıkacağını söyleyen Sağlar, açıklamasında dikkat çekici başka savlar da ileri sürüyordu:
”(Çiller’in) ‘PKK'ye yardımda bulunan işadamlarının listesi elimizde, gerekeni yapacağız' sözünün, 'kurşun atan da yiyen de bizim için şereflidir' sözünün ne anlama geldiğini, Başbakan Yardımcısı'nın eşi olmaktan öte bir görevi olmayan Özer Çiller'in bu yapı içerisinde hangi gizli bilgilere, ne için ve ne anlamda ulaştığını ve nasıl kullandığını, Ömer Lütfü Topal cinayetinin sonrasındaki oluşan kara paranın ne şekilde dağıldığını görebilecektik."
12 kasım 1996 tarihinde Anavatan Partisi Genel Başkanı Mesut Yılmaz'ın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e verdiği, Cumhurbaşkanı tarafından da gereğinin tetkik ve tahkiki için Başbakan Prof.Dr. Necmettin Erbakan'a verilen mektup çok önemli savlar ve istemler içeriyordu.
”Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde Özel Harekat Dairesi’nin bulunduğu, alınan duyumlara göre bu dairenin bazı elemanlarının uyuşturucu, kumarhane, haraç ve adam öldürülmesi gibi işlere karıştığı, son olay da bunun vehim olmadığını, sanıldığından da kötü oldugunu gösterdiğini, Ömer Lütfi Topal'ı öldürenlerin itiraflarının fevkalade enteresan olduğunu, bu kişiler suçu itiraf ettikleri halde Ankara'ya celb edilerek halen serbest gezdiklerini, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde her türlü dökümanın hazir olduğunu, aşiret reisinin devleti kullandığını, devlette görevli bazı kişilerin Özel Harekat Dairesi Baskani İbrahim Şahin'den talimat aldıkları ve bunun İçişleri Bakanı dahil bir takım yüksek yerlerin bilgisi dahilinde olduğunu, devletin emrinde çalışan ve suça karışan 100-120 kadar kişi olduğunu, bu işin devlet çapında soruşturulması gerektigini, bu işe seyirci kalınır ise demokrasinin işleyebileceğinden şüphe duyulacağını, bunların meydana çıkarılması halinde de devletin zarar göreceğinden endişe ettiğini, normal devlet mekanizmasına güvenin olmadığını, Devlet Denetleme Kurulu'nun böyle bir şeyi üstlenebileceğini...'' (ek:44)
Gerek Fikri Sağlar’ın gerekse Mesut Yılmaz’ın savları yabana atılacak türden değildir. Eğer Sayın Savcı Zekeriya Öz, ‘devleti çetecilerden arındırmak’ gibi bir amaçla yola çıkmışsa kendisine, “Öyleyse Susurluk, Ergenekon’un neresinde?” diye sormak gerekiyor.
Yoksa gerekmiyor mu?
Bu soruya Taraf’ın, Star’ın, Yeni Şafak’ın, Sabah’ın liberal yazarları da yanıt verebilirler tabii.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder