5 Ocak 2010 Salı

TIKIR TIKIR İŞLEMEK - 23.12.2009

Bir süredir televizyon kanallarında bir reklam filmi dönüyor; ülkemizin “önde gelen” sanayicileri ekranda belirip Türkiye’nin makinelerinin gibi tıkır tıkır çalıştığını söylüyorlar. Onlar “tıkır tıkır” sözcüklerinde anlatımını bulan makinelerinin “başarılı” işlemesiyle ekonomiye “can” veriyorlar. Söylediklerini şöyle de çevirebiliriz: Can verdikleri ekonomi tıkır tıkır çalışınca yürürlükteki sistem de tıkır tıkır çalışıyor, durum böyle olunca ülkede de her şey tıkırında gidiyor.

Reklam, bize bir mesaj veriyor. Deniyor ki “Ey insanlar, bizim başarımız ülkenin başarısıdır, siz, siz olun, her şey tıkırında yürürken sakın tekerimize çomak sokmayın!” Yani “Susun!”, “Yazgınıza boyun eğin!”, “Sokaklara dökülmeyin, varsın tencerelerinizde aş yerine taş kaynasın!” Bunu demek istiyorlar.

Söylediklerinden bunları çıkarmasam yazımın ilk tümcesinde tırnak içine aldığım “önde gelen” sözcükleri yerine “büyük” sözcüğünü kullanırdım. Değiller. İşçilerin örgütlenmesine, sendikacılığa karşı çıkan, işyerlerinde örgütlü emekçiye hoşgörü gösteremeyen, işçi haklarına yasakçı bakışla bakan anamalcılar/anaparacılar, bir başka deyişle kapitalistler “büyük” önadına layık olabilirler mi?

Aralarında her ne kadar yaptıkları “hayırsever” hizmetlerle toplumdan aldığını topluma geri veriyor gibi görünenler de olsa tek başına bu, bırakın büyüklüğü, sınıfsal konumlarına uygun düşen “burjuva” sözcüğüyle tanımlanmaları için yeterli midir?

Salt üretim araçlarının sahibi olmak bu tanımlamalar için yeterli değildir. Türkiye’nin anamalcıları/anaparacıları varsıldırlar, zengindirler, servet sahibidirler, fakat ne “büyük” ne de “burjuva”lardır.

***

Türkiye’de toplum, emek-sermaye çelişkisi temelinde hızla ayrışan, varsılın daha varsıllaştığı, yoksulun ise daha yoksullaştığı vahim bir süreç yaşamaktadır. Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde sınıflar arası uçurum böylesine derinleşmemiştir. Bugün Türkiye’de milyonlarca insan açlık sınırının altında yaşamaktadır. Öyle ki ülkenin en güvenilir devlet kurumlarından biri olması gereken Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) bile bu utanılacak gerçeği saklayabilmek için insan mantığının kabul etmesine olanak bulunmayan sayılar açıklamaktadır. Örneğin, TÜİK 2008/2009 verilerine göre Türkiye’de dört kişilik bir ailenin açlık sınırını 255 TL olarak açıklamıştır.

Bir simit 0,75 TL’dir. Bir litrelik şişe suyun fiyatı da aynıdır. Buna göre 30 gün çeken bir ayda bir aile üyesi her öğün bir simit yese ve gün boyu iki şişe su içse harcayacağı para 90 simit için 67,50 TL, 60 şişe su içinse 60,00 TL, toplam 127,50 TL’dir. Dolayısıyla yalnızca simit ve su ile beslenen dört kişilik bir ailenin gereksinimi olan aylık gelir 510,00 TL’dir, yani devletin belirlediği açlık sınırının iki katı!

Devleti yönetenlerin, bir devlet kurumu olan TÜİK’in yayımladığı bu sayılar karşında yüzleri kızarmamaktadır, çünkü onlar var olan düzenin bekçileridirler ve bu düzen böyle sürsün diye oradadırlar.

***

Dünya Bankası verilerine göre Türkiye’de nüfusun en varsıl yüzde 10’u gelirden yüzde 34,1 pay alırken, en yoksul yüzde 10’unun payı ise yüzde 2,0’dir. Ekonomi büyüdükçe bu makas da her yıl biraz daha açılıyor. Buna göre ünlü Forbes Dergisi’nin yıllık değerlendirmelerinde dünyanın en zengin 500’ü arasına her seferinde Türkiye’den yeni dolar milyarderlerinin katılması da, çöplüklerde yiyecek arayan yoksul sayısının da artması da olağandışı bir durum değildir.

Resmi ağızlarca kişi başı yıllık gelirin 7.400 dolara yükseldiği söylenen ülkemizde 10 milyonun üzerinde yurttaşımız günde 2 dolarla yaşamını sürdürüyor. Türkiye Avrupa’da gelir dağılımının en çarpık olduğu ülke konumunda; bundan ne devlet, ne de kapitalistlerimiz rahatsızlık duyuyor.

Devlet de, devletin koruyucu kanatları altındaki kapitalistler de bu düzen hep böyle sürsün istiyorlar. Bu nedenle emekçi örgütlenmelerine en ufak hoşgörüleri yok; dolayısıyla genel sendikalaşma oranının ücretlilerde yüzde 6 dolaylarına inmesi, bu oranın özel sektörde yüzde 3’lere kadar düşmesi rastlantı değildir.

Kısacası, tıkır tıkır işleyen bu düzenin tekerine çomak sokmanın günü çoktan geldi, geçiyor.

Hiç yorum yok: