Yaşadıklarımızı, tanık olduklarımızı düşününce “Yok,” diyorum, “olamaz, bunların hiçbiri gerçek olamaz.” Bilmediğimiz birileri, birtakım bilinmeyen yönetmenler bir oyun sahneye koymuşlar, bize izletiyorlar. Çok oyunculu, uzun ve sonu belirsiz bir oyun; herhalde sonunu izleyenlerdeki gerilim dozu düşmesin, diye belirsizleştirmişler. Ne var ki art arda değişen sahnelerin hızına erişmek neredeyse olanaksız. Olaylar öyle karmaşık, öyle girdi çıktılı ki oyunun bir sahnesini çözdüm derken, aynı anda kendinizi koyu bir bilinmezliğin içinde buluveriyorsunuz. Oysa olaylar zincirinde her sahne öbür sahnelerle dolaylı ya da dolaysız ilintili, dolayısıyla birinin kaçırılması oyunun tümünün kaçırılması anlamına geliyor.
İtiraf edeyim, ben hâlâ oyunun o “yaş mı da kuru mu” sahnesindeyim. Hani bir deniz albayı vardı, “irticaa karşı imha planı” hazırladığı söylenmişti de imzası kuru çıkınca millet mızmızlanmıştı, “Islak imzasız imha planı mı olur?” diye. Mutlaka anımsamışsınızdır, birlikte izledik. Neyse, aradan haftalar geçti, birisi o planın yaş imzalısını gönderdi adi postayla savcılığa. Bu kez de, “Yahu böyle önemli bir belge adi postayla mı yollanır?” fısıltısı yayılıverdi ortalığa. Milletin ağzı torba olmadığından büzülemiyor, böyle olunca da her kafadan bir ses çıkıyor. Diyeceğim, ben hâlâ o sahnedeyim, o sahneyi çözemediğimden yeni sahnelere geçemiyorum. Öte yandan bu arada da köprülerin altından şırıl şakır sular akıyor.
Kısacası Sevgili Dostlar, yardımınızı diliyorum.
Son bildiğim o albayın postadan çıkan yaş imzalı “imha planına rağmen” Cumhuriyet Savcılığınca salıverildiği idi. Sonra ne oldu? Albay yargılanıyor mu, yoksa suçsuzluğu mu kanıtlandı? O yaş imza işin uzmanları tarafından bir kez daha incelenecekti; incelendi mi? Sonuç ne oldu? Bilen var mı? Eğer olayda bir belge sahteciliği söz konusu ise bu sahte belgeyi ortaya sürenler hakkında yargı bir adım attı mı? Merak ediyorum. Yönetmenin kim olduğunu bilsem ona soracağım, ama bilmiyorum.
Bu merakımı gideremeden de yeni merak alanlarına geçemiyorum. Oysa arada kaç sahne değişti, kim bilir?
***
Bana anlatılanlara göre yeni sahneler çok daha müthiş, çok daha heyecanlıymış. Birtakım muvazzaf subaylar ikili suikast timleri oluşturmuşlar, Ankara’da sokakları tarıyorlarmış. Bu ikili timlerden biri yakalanmış, hem de ellerindeki kroki ile birlikte. Tam 007’lik bir olay! Yakalanır yakalanmaz da biri elindeki krokili kâğıdı bir pet şişe kapağına tıkıştırıp saklamak istemiş, fakat başaramamış. Bana doğrusu “binbaşı” rütbesinde, üstelik de Özel Harp Dairesi’nde görevli bir subayın böylesine tehlikeli bir iş için yola çıkmadan önce dört sözcüklü bir adresi ezberleyememiş olması tuhaf geldi. Sanırım bir “reji hatası” olmalı. Yukarıdaki, “Tam 007’lik bir olay!” sözünü bu nedenle geri alıyorum, çünkü James Bond filmlerinin hiçbirinde bu tür tuhaf hatalar yapılmıyor.
Oyunun bu sahnesinde bir de politikacı varmış, “Yakalanan o subaylar beni arıyorlardı, olayın mağduru benim!” diyormuş. Gerilim bu kadarla kalsa gene iyi, subayların üstleri açıklama yapıp, “Biz onları oraya başka bir iş için gönderdik,” demişler. İnandırıcı olmamışlar mı ne, savcılarla polisler subayların Özel Harp Dairesi’ndeki ofislerini basıp bir gece boyu aramışlar. İyi mi?
Sizlerin de yardımlarıyla o “yaş mı da kuru mu” konusunu açıklığa kavuşturabilirsem bu olaya da mutlaka el atmak istiyorum. Daha böyle onlarca, yüzlerce sahne var, fakat tümünü izlemeye, izleyip anlamaya, çözmeye insan ömrü yetmez. Zorunlu olarak bir seçme yapacağım.
Bu olayların benim için “esin kaynağı” olmaları gibi bir yanı var; eğer yeterli malzeme toplayabilirsem bir roman yazmak niyetindeyim. Olaylar romanımın arka planını oluşturacak. Ön planda da sahneler değiştikçe şaşıran, korkan, paranoyaklaşan, sinen, pusan, susan, aynı zamanda da yandaşlaşan insanlar. Bir yanda, “Ne olacaksa olsun artık,” deyip bir şeyler olmasını bekleyenlerle öbür yanda “Bir şeyler olacağı kesin,” deyip bir şeyler olmadıkça düş kırıklığı yaşayanlar… Bunların aralarındaki çatışmalar, çekişmeler. Tam anlamıyla psikolojik öğelerin ağır basacağı bir gerilim romanı yani… Adı ne mi olacak? “Deliler Evinde Hayat”. Aslında adı “Memleketin Birinde Hoptirinam” koymak isterdim, ama romanı Aziz Nesin ustadan yürütmüş deyip, dedikodu yaparlar. Neme lazım…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder