5 Ocak 2010 Salı

2010’UN İLK YAZISI - 03.01.2010

Yeni yılın bu ilk yazısını Gölköy’de, “kış” nedeniyle kapalı bir otelin denize bakan bahçesinde yazıyorum. Oteli bekleyen genç arkadaşlar benim için bir masa çıkardılar dışarıya; önce sade bir Türk kahvesi, ardından iki demli çay… Hava güneşli mi güneşli, ara sıra serin bir rüzgâr esiyor, hafif mi hafif. Gölköy, yeşille kaplı tepelerle çevrelenmiş güzel bir koy. Buraya bu mevsimde ilk gelişim; görüntüsü sıcak aylardan öylesine farklı ki. Yıl boyunca burada yaşayan bir avuç büyük-kentliden başka kimse yok çevrede. Deniz, insanda eğilip de avuç avuç içme duygusu uyandıracak kadar temiz.

Bir ara eşim Sevgi geliyor yanıma, yürüyüşe çıkmış, gözü denizde, “Yüzeceğim,” diyor, yüzünde kararlı bir anlatımla. “O kadar da değil, üşür hasta olursun,” diyorum, belki caydırabilirim düşüncesiyle. Umursamıyor söylediklerimi, üzerindeki kalınca yeleği, altındaki eşofmanı çıkarıveriyor, tek parça mayosuyla kalıyor. Hazırlıklı gelmiş zaten. Bir koşuda kendisini otelin önündeki beton rıhtımın ucundan kendisini denize bırakıyor. Yüzünde gülücükler, suyun içinden el sallıyor bana, ne yalan söyleyeyim onu kıskanıyorum. İçeride çay içen çocuklardan biri, “Havlusu var mı yengenin?” diye soruyor. “Yok,” diyorum. Bir havlu bulup getiriyor.

Eşimle bir süre kıyı boyunca yürüyoruz, dost bakışlı köpekler çıkıyor karşımıza, başlarını okşuyoruz, kuyruklarını sallayarak peşimizden geliyorlar. Yaz aylarının o görgüsüz “beach”leri tahta iskelelere dönüşüp doğallaşmışlar. Üzerlerine çıkıyoruz. Uzaklardan saatlerini şaşırmış horozların ötüşleri duyuluyor. Dönüp yeniden bilgisayarımın başına oturuyorum.

***

Böyle bir günde, yeşilliklerle, maviliklerle, güneş pırıltılarıyla, köpek havlamaları, horoz sesleri ve iyi insanlarla sarıp sarmalanmış bir ortamda siyasete ilişkin tek satır bile yazmak gelmiyor içimden. Ama buraya gelmezden bir gün önce özel gösterimini izlediğim, Fatih Akın’ın son filmi “Soul Kitchen”den (Ruh Mutfağı) söz edebilirim size. Fatih, delişmen bir genç adam, filmleri de öyle; son yıllarda “Duvara Karşı” ya da “Yaşamın Kıyısında” gibi her filminin ödüllendirilmesi bir rastlantı değil. İzleyiciye her an yaşanabilir hayatlardan kesitler sunuyor Fatih. Son Venedik Festivali’nden Jüri Özel Ödülü’ne layık görülen, depodan bozma ucuz bir lokantada dönen/gelişen olayları ve “insan hallerini” konu alan Ruh Mutfağı da böyle bir film. Öbürlerinden farkı hüznün ve mizahın coşkulu biraradalığı. Filmi çok beğendim; hızlı bir müzik gibi, rock’n roll gibi örneğin, akıp gidiyor. Düşündürüyor da. Mutlaka bir kez daha izleyeceğim.

Fatih’in filmlerine bakışım olumlu anlamda önyargılı, bunu itiraf etmeliyim. Nedenine gelince: O, benim uzun yıllar yaşadığım Hamburg’da doğup büyümüş bir genç adam. “Mahallemizin çocuğu” yani. Filmlerinde anlattığı öykülerin hiçbirine yabancı değilim. “Ruh Mutfağı” ise benim için çok özel. İki erkek başrol oyuncusundan Moritz Blebtreu oğlum Emek’in 32 yıldır kankası, birlikte büyüdüler. Başrol kadın oyuncusu Anna Bederke de Emek’in kız arkadaşı. Filmin en göze çarpan renklerinden biri olan “Sokrat” rolündeki Demir Gökgöl ise can dostum. Hatta oğlum bile bir yerinde göründü filmin. O halde her izleyen zevk alırken, benim iki kat zevk almış olmam doğal değil mi?

***

Yeni yılın ülkemize huzur ve barış, tüm okurlarıma da mutluluk, esenlik ve başarı getirmesini diliyorum.

1 yorum:

ali zafer sapci dedi ki...

İyi yıllar dilerim.
Sizi okurken yazınızın bitmek üzere olduğunu görünce üzülüyorum.