8 Temmuz 2009 Çarşamba

ÖZGÜRLÜK VE ÖZGÜRLEŞME - 08.07.2009

Özgürlük, kişinin kendi mutluluğunu, kendini mutluluğa götürecek yolu dilediğince seçebilme hakkıdır. Akılcılık akımının önde gelen adlarından olan Alman düşünürü Immanuel Kant (1724-1804), anayasal bir ilke olarak bireyin özgürlüğünü, “hiç kimse benim mutluluğumun kendi anlayışına göre olması konusunda beni zorlayamaz, herkes kendi mutluluğunu başkalarının özgürlüğünü sınırlamadığı ölçüde dilediği şekilde seçer,” tümcesiyle özetliyor.

Amerika Birleşik Devletleri’nin 3. Başkanı ve aynı zamanda “Bağımsızlık Bildirisi”nin düşün babası olan Thomas Jefferson da özgürlüğü, “mutluluk” ile ilişkilendiriyor. “Bütün insanlar eşit yaratılmışlardır. Yaradanları tarafından vazgeçilmez haklara sahip kılınmışlardır. Bu haklar yaşam, özgürlük ve mutluluğa ulaşma hakkıdır.”

Özgürlüğün, bireyin mutluluğunun güvencesi olduğu görüşü evrensel boyutlarda kabul görmüştür. Bu kabullenme aynı zamanda “devlet”in varlık nedenini de belirlemektedir. Hollandalı düşünür Benedictus de Spinoza’nın (1632-1677) daha 17. yüzyılda ileri sürdüğü gibi “devlet yönetiminin amacı özgürlüktür.”

***

Devlet yönetiminin başvuru kitabı ise anayasadır. Anayasalar, toplumların ve o toplumların bireylerinin özgürlük sınırlarını belirler. Anayasalar, bu sınırların genişliği ya da darlığına bakılarak değerlendirilir.

Bizim anayasamız toplumun ve bireylerinin özgürlük alanlarını olabildiğince daraltan çağdışı bir anayasadır; 12 Eylül darbecilerinin sivil işbirlikçileri tarafından vesayet altında hazırlanmış gerici, baskıcı hükümler içeren bir metindir. Silahların gölgesinde, göstermelik bir halkoylamasıyla topluma sunulmuş, karşı propagandanın yasaklandığı koşullarda yüzde 92’lik bir çoğunlukla onaylanmıştır.

Yürürlüğe girdiği 1982 yılından bu yana üzerinde çok sayıda değişiklik yapılmasına karşın otoriter/totaliter ruhunu korumaktadır. Bu ruhtaki bir anayasa ile yönetilen bir devletin demokratikleşmesi de, toplumun özgürleşmesi de olası değildir. Dolaysıyla 1982 Anayasası tümüyle ortadan kaldırılmalı, “toplumsal uzlaşma temelinde” 21. yüzyıl insanının “nesnel” gereksinimlerini ve istemlerini karşılayacak çağdaş, demokratik, özgürlükçü yeni bir anayasa hazırlanmalıdır.

***

Türkiye toplumunun büyük çoğunluğu özgürlük kavramıyla kişisel bağ kuramayan ya da bu bağın nasıl kurulacağını bilemeyen bireylerden oluşmaktadır. Çoğunluk, evrensel genel geçer olan kişi temel hak ve özgürlüklerini yaşamının vazgeçilmezleri arasında görmemektedir. Örneğin, vazgeçilemez gereksinimlere ilişkin yapılan sosyolojik soruşturmalarda bireylerin aklına “özgürlük” hemen hiç gelmemektedir. Toplum, kendisini mutluluğa ulaştıracak yolun özgürlükten geçeceğinin bilincinde değildir. Dolayısıyla, bireyler 12 Eylül Anayasası’nın ortadan kaldırılarak yerine kendilerinin mutluluk seçimlerini güvence altına alacak özgürlükçü bir anayasanın hazırlanması doğrultusunda savaşımcı bir görünüm sergilememektedirler.

Özgürlük, bireylerin zihninde doğup geliştikten sonra siyasal isteme dönüşen, sürece bağlı bir kavramdır. Günümüzde aydınların görevi özgürlük bağlamında bireylerin, dolayısıyla toplumun bilinçlendirilmesinde, bilinçlenme sürecinin yaşama geçirilip hızlandırılmasında motor işlevini üstlenmektir.

Ne var ki toplumun özgürleşmesi yolunda motor işlevini üstlenecek aydınların önce kendilerini özgürleştirmeleri, dayatmacı, yetkeci davranış biçimlerinden kendilerini kurtarmaları gerekmektedir. Toplumun geniş kesimleriyle gerekli bağların kurulması da bu kurtuluşa bağlıdır.

Bu ülkenin emekten, demokrasiden, özgürlükten, barıştan yana yurtsever insanlarının iktidarın birbiri ardınca kurduğu gündem tuzaklarına düşmeyip kendi gündemlerini oluşturmalarının zamanı çoktan gelmiştir, geçmektedir.



Hiç yorum yok: