13 Eylül 2010 Pazartesi

NE YAZACAĞINI BİLEMEMEK - 13.09.2010

Bugün pazar, saat 12.00. Ne yazacağımı bilemiyorum. Penceremden sokağa bakıyorum. İnsanlar çiseleyen yağmura aldırmadan oy vermeye gidiyorlar. Sandıklardan nasıl bir sonuç çıkacağı ancak akşam geç saatlerde belli olur. Artık referandum üzerine tahmin yürütmenin bir anlamı yok, çünkü bu yazı okunduğunda sandıklar açılmış, oylar sayılmış olacak. Bir ara yazıp yazmamayı düşündüm daha yazarken eskiyecek bu yazıyı. En iyisi referandumu bir yana bırakıp spora, doğal ki basketbola yönelmek.

***

Ne var ki benzer bir durum basketbolda da geçerli; ulusal takımımız bu akşam ABD ile final maçı oynayacak. 12 Dev Adam’ın kazanmasını öyle istiyorum ki. Finale kadar hiç yenilmeden geldik. Yunanistan, Slovenya, Sırbistan gibi bugüne kadar diş geçiremediğimiz güçlü takımları dize getirdik. Hele Sırbistan maçında yüreğimiz ağzımıza geldi. Hele o son saniyeler… Kerem Tunçeri’nin turnikeden attığı, skoru 83:82’ye getiren o son basketi, Semih Erden’in o son beş salise bloku…

***

Sırbistan, eski Yugoslavya döneminde de ulusal takımın omurgasıydı. 1950 yılında başlayan ve dört yılda bir düzenlenen FIBA Dünya Şampiyonası’nda 5 birinciliği, 3 ikinciliği, 2 üçüncülüğü var. Avrupa şampiyonalarında ise 8 birincilikleri, 6 ikincilikleri, 4 üçüncülükleri var. Kısacası, ulusal takımlar ölçeğinde dünyanın en başarılı takımını eledi basketbolcularımız.

Bakalım bu akşam ne yapacağız? Ben bu yazıyı yazarken maçın sonucunu bilmiyorum, siz ise yazdıklarımı okuduğunuzda biliyor olacaksınız.

Tuhaf bir durum.

***

Yine de içimden geçenleri yazayım, diyorum. Slovenya maçında kurduğumuz savunma örgüsünü yineleyelim, bu ABD’lileri yeneriz. Avrupa basketbolu ile ABD basketbolu arasındaki temel fark onlarınkinin gösteriye yönelik olması; bu durumda da doğal olarak takım değil birey öne çıkıyor. Biz ise bir basketbol bilgesi olan BogdanTanjeviç’in hocalığında Avrupalı güçlü rakiplerimiz gibi takım oyunu oynuyoruz.

Kaptanımız ve oyun kurucumuz Hidayet Türkoğlu’na da bugün de büyük iş düşecek. Bekleyelim, göreceğiz. Ya yenilirsek? “Galip sayılır bu yolda mağlup” demenin tam yeridir burası. Tarihinde ilk kez dünya şampiyonasında finale kalan takımımızın bu şampiyonada 3 kez altın, 3 kez gümüş, 4 kez de bronz madalya almış ABD gibi bir takıma yenilmesi dünyanın sonu değildir. Olası bir yenilgi 12 Dev Adam’ın başarılarına gölge düşürmemelidir.

***

Bu yazıyı yazarken aklıma Kadıköyspor geliyor. Gençlik yıllarımın basketbolda favori takımlarından biriydi. Açıkhava sahası Moda’daki evimize 100 metre uzaklıktaydı. Aynı semtin başka bir takımı olan Modaspor’la karşılaştığında 1.500 kişilik tiribünleri dolar, unutulmaz maçlar izlerdik yaz gecelerinde. Her iki takım da birçok kez İstanbul ve Türkiye şampiyonu oldu. Birçok ulusal basketbolcumuz bu kulüplerde yetişti. Zaman içinde Modaspor küçüldü, Kadıköyspor ise Efes Pilsen’in içinde eridi.

O zamanki basketbol tekniklerini şimdi izlediklerimle karşılaştırıyorum, o kadar farklı ki. Bütün spor dallarında olduğu gibi her şey daha hızlı, her şey daha teknik. Değişmeyen tek şey başarıdaki en büyük pay olan takım ruhu.

Kolektif sporlardaki takım ruhu, hayatın tüm alanlarına örnek olmalı, diye düşünüyorum. Özellikle de muhalif siyasette.

Değerli okurlarım, ne yazacağını bilmeden ancak bu kadar yazılabiliyor.

Anlayışınıza sığınıyorum.

Hiç yorum yok: