Bilmem, “kıvırtgan” diye bir sözcük var mı dilimizde, sözlüğü açıp bakmadım. Ama “kırılgan” olduğuna göre “kıvırtgan” niçin olmasın? Ayrıca referandumda “yetmez ama…” diyerek AKP Anayasası’nı onaylayacaklarını açıklayan eski solcuları tanımlayacak daha uygun bir sözcük bulamadım.
***
Özellikle medya pazarında bunlardan oldukça fazla var, çoğunu tanıyorsunuz. 60’lı yıllardan başlayarak gençlik, örgüt, “aydın” hareketleri içinde yer alıp ünlendiler. Öğrenci eylemlerine, işçi hareketlerine, toprak işgallerine katılmışlar, elde silah dağlara çıkmışlar, bunların bedelini tutuklanarak, işkence görerek, cezaevlerinde gün sayarak ödemişlerdi. 12 Mart 1971 darbesini izleyen yıllarda hepsi birer “kahraman”dı, toplumun geniş kesimlerinde kendilerine haklı olarak saygın bir yer edindiler. Sonra 12 Eylül 1981 darbesi geldi. Gazeteleri, dergileri, örgütleri, partileri kapatıldı; içlerinden bazıları yeniden tutuklandı. Bu darbe okumuş-yazmış kesimleri baş hedef almamakla birlikte 12 Mart’tan daha şiddetli ve daha planlıydı. 1982 Anayasası ile askeri diktatörlük meşrulaştırıldı, Türkiye aydınlanmacılığının üniversitelerden Dil Kurumu’na kadar belli başlı kurumları iğdiş edildi. Bireysel ve toplumsal özgürlüklerin, demokrasinin düzeyi 1961 Anayasası öncesinin düzeyine çekildi.
***
1983 genel seçimlerini darbecilerin umut ve beklentilerinin tersine Turgut Özal’ın liderliğindeki Anavatan Partisi kazandı. Amerika Birleşik Devletleri’ne yakın politikalar izleyen Turgut Özal’ın görece “liberal” söylemleri ve girişimleri 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinin kendilerine yaşattığı baskılardan bunalmış solcuların azımsanamayacak bir kesimini etkiledi. Buna “bigâne” kalmayan Özal, bunlardan bazılarını çevresine topladı, bazılarına önemli “devlet görevleri” verdi.
Dünyada hızla esmeye başlayan neo-liberal rüzgârlar ve bu rüzgârların Türkiye’de oluşturduğu hava liberalizmi, dolayısıyla kapitalizmi eski devrimcilerin/solcuların gözünde çekici kılıyordu. Dönenler, dönmeleriyle birlikte “kapitalizmin nimetlerinden” yararlanmaya başlıyorlar, o güne kadar kapısından içeri ayak basmayı akıllarına bile getirmedikleri medya organlarında bol maaşla “köşe sahibi” ya da üst düzey yönetici oluyorlardı.
Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında dağılmasıyla birlikte dönenler kervanına Türkiye Komünist Partisi/Türkiye Birleşik Komünist Partisi örgüt şefleri de katıldı. Onların da büyük çoğunluğu aynı saflarda yer aldı.
***
Hayatı herkes kendince yaşar. Karşılaştığı zorluklar insanın hayat çizgisini değiştirebilir. İnsanın düşünceleri, inançları farklılaşabilir. İnsan, dün yanlış gördüğünü bugün doğru görebilir. Bütün bunlar anlaşılabilir değişimlerdir. Dolayısıyla dün sosyalist olanın bugün liberalizmi savunmasında da anlaşılamayacak bir durum yoktur.
Ne var ki bir yandan liberalizmi, kapitalizmi savunurken öte yandan hâlâ “Ben solcuyum, sosyalistim, Marksistim,” demek sahtekârlıktır, ahlaksızlıktır, kıvırtganlıktır.
Liberalsen “liberalim” de! Eser Karakaş, Mehmet Altan gibi dürüst ol; seni eleştireceksek bu yönünle eleştirelim. Yadsıdığın nitelikleri, solculuğu, sosyalistliği, Marksistliği neden katıyorsun işin içine?
Sosyalizm bir dünya görüşüdür; temeli emek-sermaye çelişkisinin emekten yana çözümüne dayanır. Bugün savunduğun siyasal/ideolojik görüşlerinin bu çözümle uzaktan yakından bir ilgisi var mıdır? Sosyalizm aynı zamanda bir ilkeler bütünü, bir ahlak kuramıdır. Sen bu kuramın hiçbir yerinde değilsin ki, vazgeçmişsin, dönmüşsün, bırakmışsın; hâlâ neden direniyorsun? Bırak artık o eski hikâyeleri; referandumda “evet”i savunacaksan yeni kimliğinle savun, belki o zaman yitirdiğin saygınlığını yeniden kazanabilirsin. Bu toplum kıvırtganlara, hele senin gibi 12 Eylül kıvırtkanlarına hiç saygı göstermez.
Unutma!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder