13 Ocak 2009 Salı

TÜRKİYE MANZARALARI - 11.01.2009

Bu yazının yazıldığı dün öğle saatlerine kadar aranan, “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım’a ve MİT çalışanı Tarık Ümit’e ait oldukları söylenen cesetler bulunamamıştı. Yine söylendiğine göre bilinmeyen birileri, nedeni bilinmeyen bir “hesaplaşma” sonucu bu kişileri öldürmüş, cesetleri Ankara-Gölbaşı’ndaki ağaçlıkta ağaç diplerine gömmüştü. Şimdi güvenlik güçleri, uzmanlar o ağaçlıktaki ağaç diplerini kazıyorlar, ceset arıyorlardı. Daha önce de aynı yerde yapılan kazılarda birilerinin toprağa gömdüğü lav ve suikast silahlarıyla el bombaları, mermiler bulunmuştu.

Bizler için toprağı kazıyarak ceset aramak tanıdık bir Türkiye manzarasıydı; birkaç yıl önce de İstanbul’un çeşitli yerlerinde kazılar yapılarak silahlı İslami bir örgüt olan İBDA-C’nin “infaz” ettiği çeşitli kişilerin domuz bağıyla bağlı durumdaki cesetleri çıkartılmış, konu günlerce gazete manşetlerinden inmemişti.

***

İnsanları heyecandan heyecana, korkudan korkuya, umutsuzluktan umutsuzluğa düşüren olaylar dönen bir sinema filmi hızıyla değişiyordu.

Daha birkaç hafta öncesine kadar küresel krizin ülkemizde yol açtığı derin sarsıntıların heyecanıyla yaşıyorduk; kapanan fabrikalar, kepek indiren dükkânlar, yüz binlerle ifade edilen yeni işsizler bizi korkutuyordu. Geleceğimiz için endişeliydik. İşçiler sokaklara dökülmüş, haklarını arıyorlardı.

Güneydoğu’da bir türlü kökü kazınamayan terör belası yeni canlar almaya devam ediyordu. Yiten can sayısı 40 bine yaklaşmıştı. Ardı kesilmeyen şehit cenazeleri yüreğimizi dağlıyordu. Türk Silahlı Kuvvetlerine ait uçaklar arada bir sorti yapıp Irak’taki PKK mevzilerini vuruyorlar, her defasında heyecandan yüreğimiz ağzımıza geliyordu. Türkiye’nin dört bir yanında suikast hazırlığı içindeki canlı bombalar yakalandıkça içimizdeki korkular biraz daha artıyordu.

***

Derken İsrail-Hamas çatışmasıyla sarsıldık; bu çatışma doğal ki bir iç olay, dolayısıyla bir “Türkiye manzarası” değildi, fakat İsrail’in Gazze şeridini sürekli bombalamaya başlaması ve çoğu çoluk çocuk yüzlerce insanın ölümüne yol açması, daha sonra da bir kara harekâtıyla Gazze’yi işgal etmesi olayı bir Türkiye manzarasına dönüştürdü. Yüz binlerce insan sokağa dökülmüş İsrail’i protesto ediyor, göstericilerin ellerindeki yeşil cihat bayraklarının sayısı her seferinde biraz daha artıyordu.

Gazze, Türkiye gündeminin ilk sırasına yerleşmiş, ekonomik krizle ilgili haberler pek görülmez olmuştu.

***

Uzmanların henüz 9’uncu mu yoksa 10’uncu mu olduğuna tam karar veremedikleri son Ergenekon operasyonu ile her şey bir yana atıldı. Savcı Zekeriya Öz’ün işaretiyle çeşitli kentlerde evler basılarak aramalar yapılmış, deliller toplanmış, yüksek rütbeli emekli generaller, muvazzaf subaylar, emniyet amirleri, profesör unvanlı akademisyenler gözaltına alınmıştı.

Benzer bir olay dünyanın neresinde olursa olsun toplumda derin sarsıntıya yol açardı, Türkiye’de de öyle olmuştu. “Bir terör örgütüyle ilişkisi olduğu” kuşkusuyla gözaltına alınanlar arasında Milli Güvenlik Kurulu eski Genel Sekreteri bir orgeneral ile Yüksek Öğrenim Kurulu eski Başkanı bir profesör vardı ve Yargıtay eski Başsavcısı bir yüksek hukukçunun aynı nedenle evi saatlerce aranmış, bilgisayar belleğine el konmuştu.

Ağaç diplerindeki zulalarda ortaya çıkan silahların yerlerini gösteren kroki aynı operasyonda gözaltına alınan Özel Harekat Dairesi eski Başkanı İbrahim Şahin’in evinde bulunmuştu. Şimdi onunla öbür gözaltına alınanlar arasında ne tür bir ilişki olabilir sorusuna yanıt arıyoruz. Bunun için insanda çelik gibi sinir olması gerekiyor ki anlaşılan bu bizde var. Yoksa hiçbir normal insan bu manzaraların kendisine yüklediği ağır yükü kaldıramaz.

Belki de biz “normal” değiliz; bilemiyorum.

Hiç yorum yok: