10 Mart 2009 Salı

BİLİNÇALTI IRKÇILIK - 11.03.2009

Ulusal atletimiz Alemitu Bekele Degfa, İtalya’nın Torino kentinde düzenlenen 30. Avrupa Salon Atletizm Şampiyonası’nda 8 mart 2009 tarihinde 3 bin metrede 08:46.50’lik derecesiyle birinci olarak altın madalya aldı. Bu derecesiyle atletimiz, 2001 yılından beri Ayşen Barak’a ait olan Türkiye rekorunu da kırmış oldu.

9 mart tarihli gazetelere göz attım, yazılı basın bu önemli spor başarısını küçücük haberlerle okurlarına duyurmuşlardı.

Aynı gün internet gazetelerinde de haber farklı boyutlarda yer almış, okurlar kısa yorumlarıyla habere ilişkin düşüncelerini belirtmişlerdi.

***

Birkaçına göz atalım.

“Elbette gurur duyuyoruz ama neden hep devşirme sporcularla yola devam ediyoruz, bu atletimizi bütün dünya seyrediyor, biz zenci miyiz.Böyle arada sırada başarılı sonuçlar alınca,dünya da bizi siyah ırk olarak hatırlıyor.” (M.T. – Hürriyet)

Elden gelen öğün olmaz, o da zamanında gelmez. Alemitu Bekele Degfa bizim milli atletimiz öyle mi? Nerde bizim sporcularımız?” (D.E. – Hürriyet)

İlk değil; Süreyya Ayhan 1500 metrede Avrupa şampiyonu olmamış mıydı ?” (T.C. – Milliyet)

Yabancı kökenli vatandaşların şampiyon olmaları bizi pek de gururlandırmıyor. Şampiyon çıkacaksa bizden biri olmalı ki gururlanalım göğsümüzü gere gere.” (B.C. – Sabah)

***

Sanırım bu örnekler “sokaktaki adamın” nasıl düşündüğünü gösteriyor. Birinin “devşirmelik” ile sorunu var, devşirme sporcu üstelik kara derili olunca sorun endişeye, korkuya dönüşüyor. Biri, nerede bizim sporcularımız, diye soruyor. Öyle ya “elin Habeş’i” hiç “bizim” olabilir mi? Bir diğeri Süreyya Ayhan’ın 2002 Avrupa Atletizm Şampiyonası’ndaki birinciliğini vurgulayarak Bekele’nin başarısını göreceleştirmeye çalışıyor. Oysa ne ilgisi var; biri açık pist 1.500 metre, öbürü ise kapalı salon 3.000 metre şampiyonu! Bir diğeri de “gururlanmak” için “bizden birinin” çıkmasını bekliyor.

Bu okurlardan hiçbiri bilinçli “ırkçı” değil; fakat tümünün de bilinçaltına her an ırkçılığa dönüşebilecek bir “kan milliyetçiliği” yerleşmiş. Biz, bizim, bizden gibi sözcükler bu kan milliyetçiliğinin dışavurumundan başka bir şey değil.

Anadolu’nun ezelden beri bir “kavimler kapısı” olduğunun farkında değiller. İbrahim Müteferrika’dan Mimar Sinan’a, Sokullu Mehmet Paşa’dan Mahmut Nedim Paşa’ya kadar kültür, siyaset ve sosyal tarihimizin “devşirmeler” ile dolu olduğunu göremiyorlar.

***

Etyopya kökenli Alemitu Bekele Degfa, 1999’dan beri Türkiye’de yaşıyor, Türkçe konuşuyor, Türkiye için koşuyor, üzerinde ulusal takım formasını taşıyor, ülkemize altın madalya kazandırıyor. Cebinde de Türkiye pasaportunu taşıyor, çünkü o da başarılı sporcumuz Süreyya Ayhan gibi Türk vatandaşı.

Ne var ki “kan milliyetçiliği” beyinleri dumura uğratıyor, gözleri kör ediyor. Fransa’da, İngiltere’de, İsveç’te ve daha birçok ülkede “olağan” olan bir durum, burada olağandışı bir durum olarak değerlendiriliyor.

Oysa kara derili bir futbolcu, Marco (Mehmet) Aurelio Ulusal Futbol Takımımızda top koşturuyor, yine bir kara derili atletimiz, Elvan Abeylegesse 2004 yılında 5.000 metrede dünya rekoru kırıyor, 2008 Pekin Olimpiyatlarında Türkiye’ye 10.000 metrede gümüş madalya kazandırıyor.

Başkalarını bilemem ama ben derilerinin renklerinden de, kökenlerinden de bağımsız olarak Türkiye’ye prestij kazandıran tüm başarılı sporcu yurttaşlarımla övünüyorum.

9 Mart 2009 Pazartesi

CUMHURİYET YAZARI OLMAK - 08.03.2009

Cumhuriyet yazarı olmak kolay değildir. Dikkatli bir okur olarak bu kısa cümlede kendimize çıkardığımız o övünç payını görünce dudak bükmüş olabilirsiniz. Yapmayın, dudak bükmeyin, sonuçta medya dünyamızda tek kalmış bir gazetenin okuru olmaktan gelen ayrıcalıklı konumdan size de düşen haklı bir övünç payı yok mu?

Nedir Cumhuriyet yazarı olmak? Cumhuriyet yazarı olmak her şeyden önce Türkiye’nin aydınlık geleceğine inançlı olmak demektir.

Kurtuluş Savaşı’nın ve Kuruluş Savaşımı’nın devrimci geleneğine sahip çıkmak demektir.

Aydınlanma Devrimleri’ne inanmak, bu devrimleri sürdürmeye kararlı olmak demektir.

Tutarlı bir antiemperyalist, tutarlı bir ulusal bağımsızlıkçı olmak demektir.

Cumhuriyet yazarı demokrattır.

Cumhuriyet yazarı laiktir.

Cumhuriyet yazarı özgürlükçüdür.

Cumhuriyet yazarı çoğulcudur.

Cumhuriyet yazarı yurtseverdir.

Cumhuriyet yazarı Türkiye’nin, “resmi dili Türkçe olan üniter yapıda bir ulus-devlet” olarak varlığını sürdürmesini savunur. Bununla birlikte bu ülkede yaşayan ve farklı etnik kökenlerden gelen yurttaşların dillerini, kültürlerini özgürce geliştirmelerinden yanadır.

Cumhuriyet yazarı toplumdaki farklı dinlerden, farklı mezheplerden gelen yurttaşların inanç ve ibadet özgürlüklerini, demokratik hak ve taleplerini tutarlılıkla savunur.

Cumhuriyet yazarı ilkelidir, ilkelerinden ödün vermez.

Cumhuriyet yazarı muhaliftir; kendisine sunulan iktidar nimetlerine karşı aşılıdır.

Cumhuriyet yazarının inançları, ilkeleri onu Cumhuriyet ailesinin bir ferdi yapar, bütünleştirir.

Ne var ki bu bütünlük tek sesli bir koro değildir; yukarıda saydığımız ilkeler -buna kırmızıçizgiler de diyebiliriz- çerçevesinde her Cumhuriyet yazarı genelin eğilimlerine karşı düşse de düşüncelerini açıklama, yazma özgürlüğüne sahiptir.

***

Arkadaşımız Mustafa Balbay inançlı, ilkeli bir Cumhuriyet yazarıdır. Fakat iki gün önce “Türkiye Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmaya teşebbüs” gibi insanın kanını donduran bir iddiayla tutuklanarak Metris Cezaevine konmuştur. Aramızdan çekilip alınmıştır. Mustafa Balbay’ın tutuklanması, özellikle de ona yöneltilen suçlama kendisini yakından tanıyan biz, Cumhuriyet yazarları için derin bir öfke nedenidir.

Bu yazıyı Cumartesi günü (dün) saat 9.00’da yazmaya başladım. Bir an önce bitirip gazeteye gönderdikten sonra saat 11.00’de Bursa Kitap Fuarı’ndaki Cumhuriyet Kitapları standına yetişeceğim.

Bugün bizim dayanışma günümüz. Mustafa Balbay özgür olsaydı o da Bursa’da olacak ve saat 14.30’da “Yerel Seçimlere Doğru Türkiye” başlıklı bir konferans verecekti.

Doğal ki onun yerini boş bırakmayacağız, Bursa’da bulunan ve İstanbul’dan gelecek geniş bir Cumhuriyet yazarları kadrosuyla onu temsil edeceğiz. Ve Cumhuriyet standında onun adına kitaplarını imzalayacağız.

Okur Yorumları:

Sayın Kavukcuoglu,
Bu günkü yazınız Cumhuriyet yazarının ilkeli olduğu üzerine. Ben de size bir kaç gündür sorduğumu yineleyerek TRT 6 konusundaki sizin ve sizin gibi düşünlerin görüşlerini ilke bağlamında dikkatinize sunacağım:
"resmî dili türkçe olan üniter yapıda" devletin -öteki etnik grupların dillerini bir yana bırakarak- kürtçe -belki de kürtçenin bir lehçesi- yayın yapan bir televizyon kanalı açmasını hangi ilke ile bağdaştırabiliyorsunuz? Lütfen açıklayın ya da bu konuda bütün yazdıklarınızın temelsiz palavradan başka bir şey olmadığını benimle birlikte kabul edin.


Saygılarımla.


Ekrem A.
Emekli Öğretim Üyesi








YASAK DİL - 04.03.2009


1.3.2009 tarihli “Anadilden Anadil Sorununa” başlıklı yazım kimi okurlarımı öfkelendirmiş. Bodrum’dan yazan K.Y. adlı okurum şöyle diyor:

“Söz konusu yazıyı siz yazmış olamazsınız. Zira bu yazı, bana göre, ütopyada yaşayan ve başını kuma gömen birinin yazısı. Kimsenin anadilinde konuşması engellenmiyor. 1990'larda ben Kadıköy- Göztepe pazarında hakarete uğrayacağım korkusuyla Türkçe konuşamıyordum, ama pazarcı esnafı bağıra bağıra Kürtçe konuşabiliyordu. Bugün de Bodrum’da Kürt kökenli yurttaşlarımız hiç bir engele uğramadan anadiliyle konuşabiliyor. Nasıl uydurdunuz bu yasaklamayı? Ama T.C.’nin dili Türkçedir ve T.C.’nin TBMM.'de resmi toplantılarda Türkçe konuşma kuralı vardır ve herkes buna uymaya mecburdur. Durum bölünmemize gidiyorsa -ki o tehlike var- hiçbir zaman uygulanma olanağı olmayan bir takım ütopik düşüncelere yer yok. Zira Türkiye iç ve dış mihrakların etkisiyle tehlikede. SİZE TEESSÜF EDERİM. Saygılarımla.”

Değerli okurumun 1990’larda Kadıköy-Göztepe pazarında Türkçe konuşunca hakarete uğrama korkusu duymasının nedenini bilemeyeceğim gibi pazarcı esnafının da bağıra çağıra Kürtçe konuşmalarında nasıl bir özellik var, bunu da bilemiyorum. Bizim toplumumuz gibi “çok dilli” bir toplumda isteyenin istediği dilden konuşmasından, hatta o dilde bağırıp çağırmasından daha doğal ne olabilir ki? Doğal olmayan, kişinin anadilini herhangi bir nedenden ötürü konuşamaması, konuşmaktan çekinmesi, korkması değil midir? Yazımın konusu da sokakta konuşulan Kürtçe değildi zaten.

***

24 temmuz 1923 günü imzalanan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş belgesi olan Lozan Antlaşması’nın 39. Maddesinde “herhangi bir dilin özgürce kullanımına herhangi bir sınır getirilemeyeceği” belirtilmektedir. Rum, Ermeni yurttaşlarımız aynı antlaşmada “azınlık” olarak kabul edildiklerinden var olan okullarını korumuşlar, gereksinime göre yenilerini açmışlardır. Türkiye’de faaliyet gösteren Amerikan, İngiliz, Fransız ve İtalyan okullarının varlıkları da güvence altına alınmıştır. Dileyen öğrenciler üniversitelerde Arapçadan Lehçeye, Farsçadan Rusçaya kadar çok çeşitli dilleri öğrenmek olanağını bulmuşlardır.

Lozan Antlaşması’nın 37. maddesi çok önemlidir; anımsayalım: “Türkiye, 38. maddeden 44. maddeye kadar olan maddelerin kapsadığı hükümlerin temel yasalar olarak tanınmasını ve hiçbir kanunun, hiçbir yönetmeliğin ve hiçbir resmi işlemin bu hükümlere aykırı ya da bunlarla çelişir olmamasını ve hiçbir kanun, hiçbir yönetmelik ve hiçbir resmi işlemin söz konusu hükümlerden üstün olmamasını yükümlenir.”

Kürtler ise devlet tarafından farklı bir etnik grup olarak görülmediğinden (ya da görülmek istenmediğinden) ilgili maddelerin kapsamı dışında kalmışlar, Kürtçe resmi katlarda bir “yasak dil”, kimi toplum kesimlerinde de “olmayan bir dil” olarak görülmeye başlanmıştır. Dolayısıyla Kürtçe kitap yayımlamak hakkı, Kürtçe türkü söylemek hakkı, Kürtçe plak, kaset, CD doldurmak hakkı ancak büyük bedeller ödenerek elde edilebilmiştir.

***

Sayın okurum “yasak”ı görmüyor; ben görüyorum. Gözümün önüne, örneğin, 12 şubat 1999 akşamı Magazin Gazetecileri Derneği’nin düzenlediği ödül gecesinden görüntüler geliyor. Sahnede Ahmet Kaya var, 5 dakika önce ödül almış, sevinçli. Bir açıklama yapıyor, “Yeni bir kaset hazırladım, içinde bir de Kürtçe parça var” diyor. Demesine kalmadan havada çatallar bıçaklar uçmaya başlıyor, bir magazinci köşe yazarı “Sünnetsiz pezevenk!” diye bağırıyor Kaya’ya; bir şarkıcı amigoluğa soyunup insanları kışkırtıyor, bir başka köşe yazarı/televizyoncu salondakileri 10. Yıl Marşı’nı söylemeye çağırıyor. Ahmet Kaya ile eşi neredeyse linç edilecekler, salonu terk ediyorlar. Ahmet Kaya yalnızca o salonu değil, çok geçmeden Türkiye’yi de terk ediyor ve bir yıl sonra Fransa’da ölüyor. Şimdiyse TRT’de türküleri çalınıp söyleniyor. Ne yaman çelişki değil mi?

Bugün Diyarbakır mahkemelerinde salt Kürtçe nedeniyle görülmekte olan yüz civarında dava var; çok geçmeyecek, bir süre sonra böyle davalar da görülmeyecek. Acılar çekene kalacak. Hayat değişiyor çünkü.

Konu tek bir yazıya sığmayacak kadar önemli. Sürdüreceğiz.


Okur Yorumları:

Sayın Kavukçuoğlu;

4 Mart 2009 tarihli yazınızı okudum. Aklıma takılan bazı noktaları yazarsam, 'devamı gelecek' olan makalelerinizde aydınlanabilirim umuyorum.

Cumhuriyet Gazetesi okuruyum. 50 Yaşındayım. Erkeğim. Emekliyim. Az-çok kitap okuruyum. Türkiye ve dünya meseleleriyle olabildiğince ilgiliyim.

İnsanların milliyetini, ırkını, cinsini, yaşını, fiziksel özelliklerini (daha düşünülürse yenileri de bulunabilir) seçemediklerini ve bu sebeple bunlardan utanmasını veya öğünmesini anlayamadığımı belirtmeliyim.

Türkiye'nin yakın geleceğinde iki büyük tehlikenin olduğunu görüyorum : bölünme ve irtica. Bu sürecin içindeyiz ve belki bu yerel seçimlerden sonra AKP hedefine daha hızlı koşacak. Yaşarsak göreceğiz. Benim korktuğum dindar değil 'dinci', Kürt değil 'kürtçü' dür. Ben bu topraklar içinde yoksullukla, cahillikle savaşılmasını istiyorum. İnsanlarım sanatla-kültürle uğraşsın. Biz ne yapıyoruz, kılık-kıyafet, Türk-Kürt meseleleriyle 'oyalanıyoruz'.

Kendimi hiç güvende hissetmiyorum. Benim için çok önemli olmayabilir ama, ya çocuklarımız, torunlarımız, yani gelecek kuşaklar ? Yukarıda bahsettiğim iki önemli problem için beklentim nedir biliyor musunuz sayın Kavukçuoğlu, basit, en önce şunu görmeyi istiyorum : Kendini bu kesimlerin aydını, kanaat önderi gören insanlardan öne atılmalarını bekliyorum. Ramazan ayında davul çalınmasının ve ezanın bağıra bağıra okunmasının artık gereksiz olduğunu, çünkü artık bir liraya çalar saatler satıldığını savunmalarını bekliyorum. Ben onların türban- çarşafını savunurken, onların örneğin hava limanlarından bikinili manken fotoğraflarının kaldırılmasında ortalığı yıkmalarını bekliyorum. Ben Kürtçenin mecliste konuşulmasını savunacaksam, Kürt kardeşlerimden de federasyonu, 'sayın' Öcalanı savunmamasını, birliği savunmasını bekliyorum. Bu topraklarda birlik ve beraberlik içinde ama ulusal gelirin mutlaka hakça ve kardeşçe paylaşılmasını BİRLİKTE haykırmayı istiyorum.

Bakın bahsederken üzülüyorum 'onlar-biz' demekten ama, ne hale geldik, daha sonraki aşamalar beni çok korkutuyor. Yukarıdaki söylemleri seslendirmek islamcı ve Kürt aydınları için imkansız mı ? Cevap evet ise de, hayır ise de kötü. Eğer bu aşamada bile söylenemiyorsa, daha ileriki aşamalarda hiç söylenemeyecektir.

Belki Türkiye'de bunlar olmayacaktır. Bunlar benim gibilerin paranoyakça düşünceleridir, kimbilir. Ama tarih böyle söylemiyor. Yakın geçmişte İran ve Yugoslavya örnekleri var. Umarım biz paranaoyağızdır, umarım 'bişecikler olmaz, demokrasi bu demokrasi' diyenler haklıdır. Ama buna inanın, haksız çıkmaktan en çok ben sevineceğim. Çünkü yine İran'da gördüğümüz gibi, geriye dönmek çok kolay olmuyor.

Saygılarımla,

Turgay Ö./İzmir

**********************************************

Sayın Kavukcuoğlu,


konunuz bu gün de kürtçe idi. Dün ana diliydi, bu gün yasak dil. Türkiye7de sadece kürtçe mi ana dili? Demokrasinin temeli özgürlük değil eşitlik. Eşitliğin olduğu ölçüde özgürlük vardır çünkü. Eşitliğin olmadığı yerde nerde özgürlük olur ne de demokrasi. Dil konusunda da eşitlik ön şart. Ya devlet yalnızca kendi dilinde, yani türkçe yayın yapar ya da ülke içinde ne kadar dil varsa o dillerde de yayın yapar.: lazca, çerkesçe, gürcüce... Ya da bırakırsınız insanları isteyen küntçe radyo-televizyon kurar, gazete yayınlar, isteyen gürcüce. Madem resmî kürtçe televizyonunuz var ve orada başbakan kürtçe konuşuyor, Sayın Baydemir neden kendi dilini konuşmasın? TRT kürtçe yayın yapıyorsa neden Resmî Gazete kürtçe yaüyımlanmasın. Ayrıca siz gazetecisinin anımsamanız gerekir OGNI yayımlandığında resmî makamlar "aferin çocuklar" mı demişti. Bir başka deyişle yasak dil yalnızca kürtçe değil, ama siz neden illa ve yalnızca kürtçenin serbest olmasını ve bir resmî kanalının olmasını istiyorsunuz? Neden tüm etnik grupların dilleri için aynı şeyi istemiyorsunuz? Bunun cevabı acaba sizin yeni bir Hasan Cemal olduğunuz mu acaba? Bir başka deyişle 60.000 okurunuzun 30.000'e inmesini mi istiyorsunuz Ermenilerden özür dileyen Hasan cemal gibi (haklı da olabilir, çünkü dedesi o dönemin 3 güçlü adamından biriydi dolayısıyla Ermenileri kesmiş olabilir. Ben özür dilemem çünkü benim dedemi Rus cephesine giderken Ermeniler katletti..


Evet eşit ilkesine saygı duymayan bir Cumhuriyet'i kırk yıldan sonra artık okumamak geçiyor aklımdan ya da bana eşitliğe saygı duyduğunuzu gösterin lütfen Sayın Kavukcuoğlu!


Şunu da eklememe izin verin: Ben kürtçeye karşı değilim, kürtçenin öteki dillerin hakkını yemesine karşıyım. Ayrıca üniter devletin dilinin tek olması gerektiği düşüncesindeyim. Aksi takdirde 26 etnik grubunun her birinin dilinin de resmî dil olması gerekir.


Yine de saygılarımla.


Ekrem A.

*************************************************

Sayın Deniz Kavukçuoğlu;

bu günkü Cumhuriyet'teki 'YASAK DİL' yazınızı okudum.Bodrumdan yazan okurunuza hiç katılmadım.Yazdıklarınıza aynen katılıyorum.Selamlar.

Enise G. S.

********************************************************

Deniz Bey;

PANO köşenizde benim de görüşlerime yer verdiğiniz için onur duydum.Sağolun. 70 yaşındayım, Atatürk milliyetçisiyim ve bununla gurur duyuyorum. Türkiye'min bölünme oyunları beni deli ediyor. İleride düşüncelerimi sizinle paylaşmak ümidiyle saygılarımı sunarım.

Kıral Y.

**********************************************************

sn. deniz bey

yazılarınızı sürekli okurumve genel olarak bğenirim ama bu kürtçe yayını savunmanızı pek anlayamadım çünki,herkesin anadiline saygımız sonsuz tamam ama burada yanlış olan devletin bu işi yapması ,o zaman diğer dillerede yaponlarda ana dilinden konuşsun yazsın eğitimini görsün ee nerede kaldı ozaman ulus devlet zaten uzun vadede parçalanmanın önü böyle açılmayacakmı.Emperyalizmin istediğide bu değilmi,bumu demokrasi fazla uzağa ğitmeye ğerek yok yugoslavya daha dün gibi her mahallesinde bir devlet var, onlarda demokrasi diye yola çıktılar.Hem siz bilmiyormusunuzki bu emperyalistler 500 sene dünyayı incille soydular son 150 senedirde demokrasi insanhakları lafları ile soyduklarını yine bilmiyormusunuz emperyalizme bir tek ulus devletlerin direnebileceğini kürtlere böyle özğürlük devlet vaadi ile ortadoğuda kendi tetikçiliğini yaptırdığını, bu kürt -islam faşişti akp. ikdidarımı özğürlükleri savunacak bu bopun eşbaşkanı ğörevini yapıyor alıştıra alıştıra parçalanmanın önünü açıyor. bu devleti kuran adam emperyalizmide çok iyi tahlil etmiş kendi milletinide nedemiş türkiye cumhuriyetine kuran millete türk denir. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE birşey daha söylemek istiyorum dtp genel başkanı soy ağacını bir açıklayıversın geçmiçte o yörelerde akkoyunlu kara koyunlu devletleri vardı safevi devleti vardı başşehirleri diyarbakırdı halkıda kızılbaş türkmenlerdi ne oldu acaba ohalka buharmı oldular? Selamlar iyi çalışmalar diliyorum.

ERDİNÇ S.

***************************************************

Merhaba,

Olayın altında yatan asıl nedenin,ana dilini konuşma özgürlüğü olduğu kanısında değiliz.Amerika'da yaşayan Çinliler de kendi dillerini konuşuyorlar,ama,federasyon kurma gibi bir fikirleri yok.

Olayı,kültürel mozaik vs.gibi romantik boyutların ötesine taşımak gerekir,diye düşünüyorum.Amaç,Anayasayı değiştirip,federe devlet kurmak.Kimsenin ana dilini istediği gibi kullanmasına karşı olamayız elbet.Ama "maksud"farklı ise iş değişir.Türban ısrarından ne farkı var?Türban,dinini tam uygulamak için mi var?Yapmayınız Sayın Kavukçuoğlu.Bu işler planlı programlı,uzun vadeli düşünülmüş sanırım. BOP-HOP gibi.

Saygımla,

Y.K.

*******************************************************

Sayın Kavukçuoğlu,

55 yılında İstanbul'da doğmuş ve ikamet eden bir Lazım.

Benim 2 anadilim var; Lazca ve Türkçe.

Okuyucunuz K.Y.'ye hak veriyorum. Resmi kurumlarda Türkçe bilen kişilerin başka dilde konuşmalarını gerekli ve doğru bulmuyorum. Ahmet Türk'ün TBMM de Kürtçe konuşmasını, ortamı germe ve inatlaşma olarak görüyorum.

Üyelerin kaçı o konuşmayı anladı? Bir sonraki öneri uluslararası toplantılarda yapıldığı gibi simultane çeviri mi olacak? Niye bu inat!

Hele hele DTP'nin ileri sürdüğü TC'nin kurucu halkının Türk ve Kürt halklarından olduğunun, dilinin Türkçe ve Kürtçe olduğunun yasalarda belirtilmesi gibi önerilere bir Laz olarak hiç mi hiç olumlu bakmıyorum. Aksine fena halde de tepki duyuyorum.

Bir ülkeyi ayakta tutan ortak dil değil midir?

Anayasamızın değiştirilemez ilk dört maddesinden 3. sünde Türkiye devletinin dilinin Türkçe olduğu da belirtilmiştir? Sizce bu neyi ifade ediyor?

Ben Türkiye'de Türkçe dışında öğrenim yapan tüm okullara karşıyım.

Niye yabancı dille eğitim! Örneğin yıllarca yaşadığınız Almanya'da Almanca dışında öğrenim yapan okul var mı?

Fizik Dalında Türkçe öğrenim gördüm, Türkçesini bile çok zor anladım, ya yabancı dille eğitim alsaydım ne anlardım acaba?

Öte yandan, ülkemizde konuşulan her dile saygım var. Çeşitlilik güzeldir.

Keşke Atatürk'ten sonra ülkeyi yönetenler onun kadar ileri görüşlü olsalar ve o ortamı sağlasalardı da Türkçe ve Lazca dışında Kürtçe, Rumca, Ermenice v.b. dilleri de öğrenebilseydim.

Saygılar

Berrin A. E.

********************************************************

Olmadı sayın Kavukçuoğlu olmadı.

1.Kürtler kürtçe plak,kürtçe,şarkı,kürtçe yazı için ne bedel ödemişler!..

2.En önemlisi Ahmet Kaya örneği.Bu örneği verirken lütfen Ahmet Kaya'nın 40 000 insanımızın katili bölücü kürt aponun resmi altında söylediği"apoyu özledim"şarkısını bandını da koysaydınız.

Ahmet Kaya bölücü kürttür.Atılan her adım bölünmeye hızla yaklaşmaktır.

Bu adamın plaklarının TRT de çalınıyor olması acı ancak;sizin bunu savunmanız daha acı.

Bizim de derdimiz bölünmemektir.Sizin gibi yazanlar bölücülüğe isteyerek veya istemeyerek çanak tutmaktadırlar.

O arkadaşımız çok doğru yazmış. Eksiği var fazlası yok.

Keşke teessüf etmeseydi.

Saygı ile kalınız.

CUMOK

Doğan K.

********************************************************


ANA DİLDEN ANA DİL SORUNUNA - 01.03.2009

Demokratik Toplum Partisi Genel Başkanı Ahmet Türk’ün partisinin grup toplantısında Uluslararası Anadil Günü nedeniyle yaptığı Kürtçe konuşma öngörüleceği gibi tartışmalı bir konu olarak ülke gündeminin ilk sırasına oturdu.

TBMM’de temsil edilen partilerin sözcüleri Ahmet Türk’ü şiddetle eleştirdiler, hatta DTP genel başkanı MHP lideri Devlet Bahçeli tarafından “vatan haini” ilan edildi.

TBMM Başkanı Köksal Toptan, konunun “anayasa ihlali” çerçevesinde ele alınması gerektiğini bildirdi.

Son olay, siyasette söz sahibi siyasal partilerin, medyanın ve bu siyasal partiler ile medyanın etkisindeki toplumun geniş kesimlerinin “anadil olarak Kürtçe”nin bu ülkenin bir gerçeği olarak henüz içselleştiremediklerini bir kez daha gösterdi.

Konunun son derece netameli olduğunu, insanın başına olmadık dertler açma potansiyelini taşıdığını da anadil olarak Kürtçe konusunun yürürlükteki yasalar çerçevesinde ele alındığı sürece bir çözüme varamayacağını da biliyorum. Öte yandan konunun bir de salt insani boyutu var ve bu boyut beni çok yakından ilgilendiriyor. Bir insanın dilinin yasaklanmasını ona karşı yapılabilecek en büyük hakaret, çektirilebilecek en büyük acılardan biri olarak görüyorum. Neyse ki bu boyuta ilişkin olarak somut açılımlar var ve bu açılımlar sürdükçe sorunun insani boyutunun büyük ölçüde çözüme kavuşacağını düşünüyorum.

Doğumla birlikte edinilen anadil, insanın etnik kimliğinin bir parçasıdır. Dolayısıyla insanın anadilinin yasaklanması onun etnik kimliğinin yasaklanmasıyla eş anlamlıdır ve temel insan hakkı ihlalidir.

***

Demokratik Toplum Partisi yetkililerinin açıklamalarını izliyorum; sürekli olarak Türkiye’nin üniter yapıda bir ulus devlet, resmi dilinin de Türkçe olmasına bir itirazları olmadığını söylüyorlar. Söylediklerine inanmak istiyorum, doğrusu büyük ölçüde de inanıyorum.

Fakat konu bu değil. Tartışılan, Ahmet Türk’ün, -grup toplantı salonunda da olsa-, TBMM çatısı altında “Türkçe’den başka bir dil” konuşarak olası bir “anayasa suçu” işlemiş olması. Aynı çatı altında daha ABD Başkanı Clinton’ın İngilizce, Filistin ve İsrail liderlerinin de Arapça ve İbranice konuştuklarını anımsıyorum. İlk bakışta yabancı devlet konuklarının kendi ana dillerinde konuşmalar yaptıkları TBMM’de bu ülkenin bir yurttaşının ana dilinde konuşma yapmasının niçin suç oluşturduğunu anlamakta zorlanıyorum. Demek ortada anlaşılması kolay olmayan bir durum var.

Ahmet Türk’ün davranışını eleştiren kimi politikacılar, dünyada “hiçbir” parlamentoda “böyle bir şeye” izin verilemeyeceğini ileri sürüyorlar. Söylediklerine inanıyorlar da… Örneğin Bulgaristan’a bakıyorum; biliyorsunuz orada Ahmet Doğan başkanlığında Hak ve Özgürlükler Hareketi adında bir “Türk partisi” var. Parlamentoda 34 milletvekili ile temsil ediliyor, aynı zamanda da koalisyon hükümetini kuran üç partiden biri. Emel Ethem Başbakan Yardımcısı ve Doğal Afetler Bakanı, Cevdet Çakır Çevre Bakanı, Nihat Kabil de Tarım Bakanı olarak görev yapıyorlar.

Hak ve Özgürlükler Hareketi de Bulgaristan Parlamentosunda grup toplantıları yapıyor, dileyen dilediği dilde (Bulgarca veya Türkçe) konuşabiliyor. Demek ki o “hiçbir” sözcüğü doğru değil. Bulgaristan bu noktaya “reel sosyalist” Şivkov’un Türkleri zorla Bulgarlaştırma, adlarını değiştirme, Türkçeye baskı uygulama gibi yaptırımlar uyguladığı acılı bir dönemden geldi. Aradan geçen yaklaşık yirmi yılda işletilen demokratikleşme süreci Bulgaristan Türklerine onurlu bir yaşamı olası kılan sağlıklı bir zemin oluşturdu.

***

Biz ise ne üzerimize zorla giydirilen 1982 Anayasasından ne de siyaseti siyaset olmaktan çıkaran o ucube Siyasi Partiler Yasası’ndan kurtulabildik. Kürt insanına ve onun dili Kürtçeye bakışı “karlı dağda yürürken çıkan kart-kurt” sesi yaklaşımındaki kafalar tarafından dayatılan 1982 Anayasası böyle kaldıkça ana dil konusu da giderek karmaşıklaşan bir sorun olarak kalacak.


Okur Yorumları:

1.Mart.2009 tarihli yazınızla ilgili.(pazar)

Bulgaristan’daki Türklerin Türkçeyi konuşması ile Türkiye'de ki Kürtlerin Kürtçeyi kullanmaları farklı şeyler diye düşünüyorum.İdeal ve şiarlarında farklılık olsa gerek! Bulgaristan’daki Türklerin federasyon,bağımsız devlet amaçları var mı?Kürtlerin ise.....

Selman H.

3.3.2009

**********************************************

Sayın Kavukçuoğlu,


Yazılarınızı ilgiyle okudum hep. Ancak "Anadilden Anadil Sorunu" beni şaşırttı. Keşke okumamış olsaydım; çünkü - siz her konuda istediğiniz gibi düşünebilirsiniz- ama40 yıldır okuduğum gazetede
su-i misal'in örnek olarak sunulması pek hoşuma gitmedi. Bulgaristan parlamentosunda isteyen türkçe konuşabiliyormuş, doğrudur. Ancak Bulgaristan'da bir türk PKKsı var mı? Kürt politikacılar "biz ayrılmak istemiyoruz, üniter devletten yanayız" derlerken acaba ne kadar samimidirler? Hangi üniter devlette iki resmi dil var? Kanada diyeceksiniz. Kanadayı örnek alacaksak eyalet sistemine geçmemiz gerekmez mi? ABD kongresinde ispanik amerikalılar ispanyolca, Fransa mecclisinde Alsaslılar, Korsikalılar kendi dillerinde konuşabilirler mi? Belçika diyeceksiniz. Bu ülkeyi örnek alıp Valonlarla Flamanlar gibi Kürt kardeşlerimizle kanlı bıçaklı mı olalım? Bütün bunlar Türkiye Cumhuriyetinin Kürtlere haksızlık yapmadığıı göstermez. Hatta Devlet -eşitlik ilkesini hiçe sayarak, zira neden çerkesçe, lazca, gürcüce yayın yapan kanalları yok TRT'nin, onlar da mı birer PKK oluştursunlar?- kürtçe bir televizyon kanalı açıyor, başbakan da orada kürtçe konuşuyorsa sayın Ahmet türk niye konuşmasın?
Kısacası politikacılar da, siz de sanki sapla samanı birbirine karıştırıyorsunuz. Bence önce kuralları koyalım ve herkesin -eşitlik ilkesi çerçevesinde bu kurallara uymasını sağlayalım.


Ekrem A.


Cumhuriyet okuyucusu

*********************************************************

Sayın Deniz Kavukçuoğlu,

Cumhuriyet gazetesinde bugünkü köşe yazınızda TBMM’de DTP Gurup toplantısında Ahmet Türk’ün kürsüden Kürtçe konuşmasına karşı tepki gösterenlerin Kürtçeyi bu ülkenin bir gerçeği olarak içselleştiremediklerini ileri sürüyorsunuz. Bu konuda medyada genel kanaatın da bu yönde olduğu anlaşılıyor. Ancak burada önemli olduğunu düşündüğüm bir noktaya kimsenin değinmemesine şaşırıyorum: Anayasamıza ve Siyasi Partiler Kanunumuza göre etnik ve dine dayalı siyasi parti kurulamaz. Yani DTP yasalarımıza göre kendisini Kürt yurtttaşlarımızın bir partisi olarak niteleyemeyeceği gibi TBMM Başkanlığı ve yargı organlarımız da DTP’yi bir Kürt Partisi olarak tanıma anlamına gelecek bir yaklaşım içinde bulunamazlar. Oysa, Ahmet Türk’ün DTP’nin bir siyasi parti olarak ana faaliyetlerinden biri olan Meclis Gurup Toplantısında kürsüden Parti Başkanı sıfatı ile konuşmasını Kürtçe yapması partilerinin etnik esasa dayalı olduğunu kabul ve beyan etmeleri anlamına gelir ve suç teşkil eder. Şu veya bu nedenle bu durumu görmezlikten gelmek ancak ülkemizde de dine ve etnik esasa dayalı siyasi partilerin kurulabilmesini kabul etmek durumunda tutarlı olabilir. Eğer bu görüşte iseniz lütfen bunu da okurlarınızla açıkça paylaşın; ya da bir siyasi parti faaliyetinde Türkçe dışında bir dil kullanılması ile anadil sorununun ayrı şeyler olduğunu gözden kaçırdığınızı okuyucularınıza içtenlikle itiraf edin.

Saygılarımla,

Dr. Mete D.

*********************************************************

Sevgili Deniz Beykardeşim;

Sözkonusu yazıyı siz yazmış olamazsınız. Zira bu yazı, bana göre, ütopyada yaşıyan ve başını kuma gömen birinin yazısı. Kimsenin anadilinde konuşması engellenmiyor. 1990'larda ben Kadıköy- Göztepe pazarında pazarında hakarete uğrayacağım korkusuyla Türkçe konuşamıyordum, ama pazarcı esnafı bağıra bağıra Kürtçe konuşabiliyordu. Bugün de Bodrum'da Kürt kökenli yurttaşlarımız hiç bir engele uğramadan anadiliyle konuşabiliyor. Nasıl uydurdunuz bu yasaklamayı? Ama T.C.'nin dili Türkçedir ve T.C. nin TBMM.'de resmi toplantılarda Türkçe konuşma kuralı vardır ve herkes buna uymaya mecburdur. Durum bölünmemize gidiyorsa-ki o tehlike var- hiçbir zaman uygulanma olanağı olmayan bir takım ütopik düşüncelere yer yok. Zira Türkiye iç ve dış mihrakların etkisiyle tehlikede. SİZE TEESSÜF EDERİM. Saygılarımla;

Kıral Y.